28 Kasım 2011 Pazartesi
Airbag
Yakalanaydum..
Fabrikada çalışan üç kafadar isçiden biri Kayserili, biri Adanalı, biri de bizim Trabzonlu Temeldir.
Bunlar çalışırken her gün patronun erkenden isten ayrıldığını fark ederler. Uyanık Kayserili diğer iki arkadaşını çağırır:
- Bakın, patron böyle erkenden çıkıyor ve dönmüyor. Biz de o çıktığı zaman peşinden çıkıp gidelim.' Diğerleri bu teklifi hemen kabul ederler. O gün patron gene erkenden çıkar. Bizim üç kafadar da hemen peşinden dışarı seğirtirler.
Kayserili doğruca evine gider ve yatar. Adanalı hemen bir kebapçıya gidip güzelce karnını doyurur. Temel de evine gider. Yatak odasından gelen sesler üzerine kapıyı sessizce acar. Yatakta karısına sarılmış bulunan patronunu görür ve kapıyı sessizce kapatıp dışarı çıkar.
Ertesi gün Kayserili ve Adanalı o gün de patronun peşinden çıkmak üzere plan yaparlar. Temeli çağırırlar ve bugün de erken çıkacaklarını söylerler. Temel hemen itiraz eder:
- 'Yok uşaklar, ben cikmayrum! Dün az kalsun yakalanaydum!'
Kira bedeli..
Bir akşam tiyatrodan çıkmış iki erkek arkadaş yolda yürürlerken önlerinde iyi giyinmiş şık ve alımlı bir hanımın yürüdüğünü fark ederler.
Erkeklerden biri diğerine dönerek “bu hanımla bir gece geçirmeye 500 dolar veririm der”. Bu sözleri işiten genç hanım başını çevirir ve “teklifinizi kabul ediyorum” der. Teklifi yapan erkekle hanım beraberce genç ve çekici kadının evine gidip hemen yatağın yolunu tutarlar.
Ertesi sabah apartmanı terk ederken adam kadına 250 dolar verir. Hanım pazarlık bakiyesi parayı ister ve “250 dolar daha vermezseniz sizi dava ederim” der.
Adam güler, “bunu nasıl ve hangi esaslara göre yapacağınızı görmek isterdim” deyip apartmanı tekeder. Ertesi gün mahkemeden gelen celp pusulasını gören adam şaşırır. Hemen avukatına gidip olayı detaylarıyla anlatır. Avukat, “bu esaslara istinaden aleyhine bir karar alınabileceğini sanmıyorum. Ancak davanın nasıl sunulacağını doğrusu pek merak ediyorum” diye mütalaasını verir. Dava başlar ve ön soruşturmadan sonra hanımın avukatı mahkemeye dava konusunu aşağıdaki şekilde arzeder.
“Muhterem hakim bey, müvekkilem, bu hanımefendi, itina ile yetiştirilip çimlerle örtülü bahçe niteliğinde bir gayrimenkule sahip bulunmaktadır. Bu arazi parçasını belli bir süre için davalı beyefendiye 500 dolar karşılığında kiralamıştır. Davalı gayrimenkulü kira amacına uygun olarak kullanmış ve kira müddeti sonunda tahliye ederken kira bedelinin yarısı olan 250 doları ödememiştir. Kira tutarı yüksek bir bedel değildir. Kaldı ki kiralanan yer özel ve yasal bir bölgedir. Dileğimiz adaletin yerine gelmesi ve davalının müvekkileme anlaşmanın bakiyesi olan meblağı ödemesidir.”
Davalı adamın avukatı bu beklenmedik savunma karşısında şaşırır. Fakat bir avukat olarak işin enteresanlığından haz duyar ve hemen daha önce hazırladığı savunmasını kenara koyarak davayı şöyle savunur.
Muhterem hakim beyefendi, müvekkilim bu genç beyefendinin, bu genç hanımdan sahibi olduğu gayrimenkulü bir süre için kiraladığı doğrudur ve müvekkilim bu anlaşmadan son derece memnun kalmıştır. Bununla beraber müvekkilim arazide bir kuyu bulmuş ve kuyuyu örgü taşlarıyla donatmış, kuyuya boru indirmiş ve pompa yerleştirmiştir. Bütün bu uğraşların işçilik masraflarını müvekkilim üstlenmiştir. İnancımıza göre bütün bu arazi geliştirme çalışmaları ödenmeyen meblağı karşılayacağından aleyhimize açılan davanın düşmesini talep ediyoruz.”
Genç hanımın avukatı tekrar söz alır.
“Muhterem hakim bey, müvekkilem, davalının beyan ettiği gibi arazi üzerinde bir kuyu bulunduğunu ve gerekli gelişmeleri yaptığını kabul ediyor ve herhangi bir itirazda da bulunmuyor. Ancak bahis konusu kuyu zaten arazide mevcut idi ve kuyu olmasaydı davalı muhtemelen bu araziyi kiralamayacaktı. Ayrıca arazi tahliye edildiğinde davalı söz konusu ettiği taşları, boruyu ve pompayı sökerek beraberinde götürmüştür. Bu bakımdan davamızda ısrar ediyor ve vereceğiniz kararın yüce adalete uygun olmasını diliyoruz.”
Hanım davayı kazanır…
Cevap hazır..
Kadının kocasına:
- Kocacım musluk damlatıyor tamir edermisin, diye sorar.
Adam:
- Bana ne ben musluk tamircisi miyim der.
Kadın bi başka gün:
- Kocacım salondaki priz çalışmıyor bakar mısın, der.
Adam:
- Bana ne ben elektikçi miyim der
Yine başka bi gün kadın:
- Kocacım kapının biri kapanmaz oldu yapar mısın? der.
Adamdan yine aynı cevap gelir:
- Bana ne ben marangoz muyum.
Bikaç gün sonra adam akşam işten döner ve bir bakar musluk yapılmış priz çalışıyor kapıda kapanıyor. merak eder ve karısına sorar:
- Kim yaptı bunları?
- Karşı komşumuz Mithat bey.
- Ama karıcım o şerefsiz, karşılıksız bişey yapmaz ki!..
- Tabi yapmaz. Bu işler karşılığında bana "ya bana pasta yaparsın ya da benimle yatarsın " dedi zaten.
Adam tedirgin bi şekilde sorar:
- Tabi sen pasta yaptın demi karıcım?
- Niye ben pastacı mıyım?
Sosyal Adalet..
Padişahın işi ne?
Sultan Murat Han o gün bir 'hoş'tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah...
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Anlaşılan o ki, Padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar:
- Kimdir bu?
- Aman hocam hiç bulaşma, derler.
- Ayyaşın sarhoşun biri işte!
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz...
Bir başkası tafsilâta girer:
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar Çarşısı’nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine..
Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
- İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?..
Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam Vezir de toparlanıyordur ki, Padişah keser yolunu:
- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...
Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkânınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, Vezir'in de keza... Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar.
Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara Vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
- Nasıl yani?
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?
- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir, cüzüne, tesbihine döner. Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Kadın eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı.
Sonra getirip dökerdi helâya!
- Niye?
- Gençler içmesin diye...
- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara...
- Bak sen! Millet ne sanıyor hâlbuki...
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli...
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancıya, Sofulara uzanırdı ya... Hatta bir gün; "Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada..."
- Doğru, öyle ya?
- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra; "Allah büyüktür hatun, dedi. Hem Padişah'ın işi ne?"
Polise veririm..
Ünlü güftekâr ve tamburî Osman Nihat Beyefendi çapkınlığı ile pek meşhurmuş.
Ankara’da bulunduğu güzel bir günde, Kızılay’a doğru yürümekte iken hemen önü sıra da çok güzel endamlı, alımlı, çalımlı bir bayan yürüyormuş. Osman Nihat Bey kadına biraz yaklaşarak başlamış dil dökmeye:
- Aman Ya Rabbi! Ne güzel endamınız var! Şu belin inceliğine bakın. Ya saçların omuzlara dökülüşü…
Kadın omzunun üzerinden arkasına söyle bir bakıp, kafasını çevirmiş ve de sinirli sinirli yoluna devam etmiş. Tabi Osman Nihat Bey kadının peşini bırakmamış ve dil dökmeye devam etmiş:
- Bacaklarınızın güzelliği, keklik gibi sekişiniz ne de hoş…
- Sizinle birlikte olmak her halde hayata bedeldir…
… Ve daha neler ne dil dökmeler...
Tam bu sırada Kızılay Meydanı’ na yaklaşmışlar. Dört yol ağzına ve polisin olduğu yere geldiklerinde kadın bütün sinirli haliyle Osman Nihat Bey’e dönerek:
- Şimdi polise veririm! deyince, Osman Nihat bey, masumane bir tavır takınıp, ses tonunu yumuşatarak;
- Aman hanımefendi, ben bir saattir yalvarıyorum. Niye polise?
27 Kasım 2011 Pazar
Saflık parayla değil...
Arkadaşı, yakalandığı soğuk algınlığı nedeni ile işine bir hafta gelemeyen George’un evine "Geçmiş olsun" ziyaretine gider...
Arkadaşını odasında karşılayıp ağırlayan George arkadaşının sağlığı ile ilgili “Nasılsın?” sorusuna cevap verir.
- "Daha iyiyim, teşekkürler.."
- "Ama evde yattığım süre içinde beni çok mutlu eden bir gözlemim oldu.."
Arkadaşı merak içinde sorar..
- "Yaa.. Neydi?.."
George tebessüm ederek konuşmasını sürdürür.
- "Karım.. Karımın beni gerçekten sevdiğini anladım... Ben evdeyim diye o kadar mutluydu ki… İnanır mısın, ne zaman postacı, sütçü, tesisatçı kapıyı çalsa, koşarak kapıyı aralayıp heyecanla "Kocam evde.. Kocam evde.." deyişini bir duysaydın...!"
Kanıt..
24 Kasım 2011 Perşembe
Hesap...
Bir inşaata amele alınacaktır. Alınacak elemanları kalfa Cemal’in seçmesi istenir. Adaylar kalabalıktır ve Cemal sınav yapmaya karar verir.
- Pize 1 kisi lazımdur. Pu nedenle sizu imtihan edeceğum.
Bir ara gözü Temel"e ilişir. Burnundan tanımıştır. Hemşehrisini işe almak ister. Önce Temeli sınava alır ve sorar.
- Hemşerum söyle baa bakalum.. Sana 3 kuzi verdum, sonra 2 kuzi daha verdum kaç kuzi oldi?
- 6 tane oldi. Cemal biraz bozulur ama çaktırmaz.
- Tabi bu soru biraz zor oldu piraz taha kolayini sorayum.
- Sana 2 kuzi verdum, sonra 1 tane taha verdum kaç kuzi oldi ?
- Tört kuzi oldi. Cemal sinirlenir, Ama yinede hemsehrisini de işe almak ister.
- Peçi 1 kuzi verdim, sonra bir kuzi taha verdum kaç etti ?
- Üç etti. Bunun üzerine sinirlenen Cemal Temel"e iki tokat çakar ve tekrar sorar.
- Pir kuzi verdum, kaç kuzin oldi?
- İçi tane. Cemal iyice sinirlenir ve Temeli iyice döver.
- Ula, hemşerudur teyup işe almak istedum, sen de tam salakmişsun. sağa pir kuzi vermişsem pir kuzin olur anladun mi?
- Olir mi, der Temel.
- Benum evde bir kuzi de kendumin var.
Anlaşma..
Paraya sıkışan Dursun bankanın önünde kestane satan arkadaşı Temel’i görünce yanına yaklaşıp borç istemiş..
-“Veremem..!” demiş Temel,
-“Yahu neden?..” diye sormuş Dursun sinirlenerek,
-“Banka ile anlaşmamız var..” demiş Temel,
-“Onlar kestane satmıyorlar, ben de borç vermiyorum..”
22 Kasım 2011 Salı
Aklını kullanacaksın aklını...
Adamın biri Afrika´da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
- Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekçik…
Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:
- Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:
- Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş leopar…
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.
Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar, köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna;
- Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım demiş.
Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.
Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:
- Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok..
Yanlış...
Evlerine dönen 3 arkadaş kestirme olsun diye mezarlıktan geçiyorlarmış.
Birden tak tak tak diye sesler duymaya başlamışlar.
Sesleri “hayalet” sanan arkadaşlar hızlı adımlarla korka korka yollarına devam etmişler.
Biraz yürüdükten sonra ileride elindeki çekiçle bir mezar taşına vuran yaşlı bir adam görmüşler.
İçlerinden biri yaşlı adama seslenmiş:
-Amca ne yapıyorsun? Korkuttun bizi!..
Adam:
-Adımı yanlış yazmış salaklar, onu düzeltiyorum.
20 Kasım 2011 Pazar
Radikal teyze..
Pazar günkü ayinin sonunda, rahip her zamanki gibi Pazar sohbetini yaptı ve konuşmasını şu soruyla bitirdi:
-"Demek ki, Rabbim adına ne yapmamız lazım, düşmanlarımızı affetmemiz lazım... Öyleyse, bu sohbetimiz ardından, aranızdan kaçı düşmanlarını affetti?"
Cemaatin %80'i ellerini kaldırmıştı.
Rahip, sorusunu yineledi...
Bu kez hepsinin elleri havadaydı, yukarıdaki yaşlı teyze hariç...
Rahip sordu:
-Mrs. Neely?? Hayırdır? Düşmanlarınızı affetmek size bu kadar mı zor mu geliyor??
-"Düşmanım yok ki!!" deyiverdi titrek ve son derece şeker haliyle!!
Cemaatten uğultular, şaşkınlık ifadeleri yükselmişti.
Rahip devam etti!!.
-Ooo bu gerçekten inanılmaz güzel bir şey! Kaç yaşındasınız mrs. Neely?
-98!
Cemaat ayağa kalkmış, gözyaşları içinde alkışlıyordu...
-Mrs Neely, lütfen, şöyle yanıma gelirmisiniz?
-Yavaş.. yavaş.. aman dikkat... Hah! şimdi, cemaate dönelim... evveeett!! Lütfen buradaki müminlerimize bu işin sırrını söylermisiniz?? Nasıl oluyor da insanın 98 yıl gibi uzun bir ömür zarfında hiç düşmanı olmaz???
Yaşlı kadın küçük ve titrek adımlarla rahibe sırtını dönüp, cemaate baktı:
-"Hepsi Öldü şerefsizlerin.!!!”
17 Kasım 2011 Perşembe
Çabuk çağır..
Yüzbaşının çok sevdiği ve güvendiği Onbaşı Mehmet'in cezalandırdığı er, yüzbaşının karşısında:
-Komutanım benim bir diyeceğim var.
-Söyle.
-Mehmet onbaşı beni dögdi.
-Git, ben onun cezasını veririm.
-Ama komutanım; hem dögdi, hem sögdi.
-Anladım, git cezasını veririm.
-Anama babama laf etti.
-Git cezasını veririz dedik ya.
-Benim anam da yohtur, babam da yohtur.
-Allah rahmet eylesin. Benim de öyle. Sen git anladım.
-Ama komutanım, Mehmet onbaşı benim anama da laf etti, babama da laf etti. Anam da yohtur, babam da yohtur. Anam da sensin, babam da sensin.
Yüzbaşı:
-Derhal koş; çağır Mehmet Onbaşı’yı buraya!
8 Kasım 2011 Salı
İnşaat amelesi
İnşaat amelesi doktora günlerdir büyük tuvalete çıkamadığını söylemiş. Doktor da muayene için amelenin yüzükoyun masaya yatmasını istemiş. Adam denileni yapınca doktor içeriden getirdiği beysbol sopasını 4 kere sertçe indirmiş amelenin poposunun tam ortasına…
-"Tamam" demiş sonra, "şimdi tuvalete gidin."
Birkaç dakika sonra tuvaletten rahatlamış şekilde çıkan amele;
-"Sağol Doktor bey" demiş, "Hep böyle rahat olabilmek için ne yapmalıyım?"
-"Bir şey yapmana gerek yok." demiş Doktor…
-"Tuvaletini yaptıktan sonra kıçını çimento torbasıyla silme yeter..!"
4 Kasım 2011 Cuma
Temel ve Fare..
Hastabakıcı Temel..
Doktor hastabakıcı Temel'i çağırır..
-"Yarın ava gidiyorum, ama muayenehane kapansın istemiyorum. Sen hastalarla ilgilen. Ben arada arar, kontrol ederim" der..
-"Merak etmeyin doktor" der, Temel.
Doktor ertesi gün akşama doğru telefon eder..
-"Ne var ne yok?.."
-"Üç hasta geldi bugün.. İlkinin başı ağrıyordu, aspirin içirdim."
-"Harika Temel" dedi, doktor..
-"İkincisinin midesi yanıyordu.. Talsit verdim.."
-"Bravo.. Bravo Temel.. Harikasın!.. Ya üçüncü?.."
-"Doktor bey, masada oturuyordum. Kapı çarparak açıldı, içeri fırtına gibi bir kadın girdi.. Alev alev yanıyor gibiydi. Hızla soyundu, sütyen ve kilotunu da çıkardıktan sonra muayene masasının üzerine yattı ve bağırdı: 'Bana yardım et. Beş yıldır erkek yüzü görmedim.."
-"Eee.. Sen ne yaptın, Temel?.."
-"Gözüne visine damlattım doktor!.."
Üç arkadaş..
Badegül, Songül ve Gülcan 80 yaşlarında, çok eski üç arkadaştır.
Bir gün Badegül Gülcan’a telefon eder ve Songül’e gitmeye karar verirler ve giderler. Biraz muhabbetten sonra Songül kahve yapar ve içerler.
Biraz sonra Songül yine;
“ay kusura bakmayın unuttum, birer kahve yapayım da içelim’ der.
Badegül ve Gülcan bir şey demezler ve içerler.
Aradan biraz zaman geçer. Songül yine;
“size bir kahve bile yapmadım hemen yapayım da içelim” der ve yapar getirir.
Bizimkilerde yine itiraz yok.
Akşama doğru Badegül ve Gülcan kalkarlar,yola düşerler. Yolda bastonları ile yavaş yavaş yürürken aralarında şu konuşma geçer…
Badegül: ‘Kız Gülcan, gördün mü Songül’ü! Ne kadar cimri olmuş. Bize bir kahve bile ikram etmedi!!
Gülcan: ‘Kız Badegül, Songül’ü ne zaman gördün??