30 Eylül 2009 Çarşamba

Don..

Joe, yatak kariyeri başarılarla dolu bir insandır. Ancak yaşlandıkça bu meziyeti inanılmaz bir baş ağrısı yüzünden durmuştur. Sağlığı ve aşk hayatı çekilmez bir hal aldığında tıbbi bir yardıma ihtiyacı olduğunu fark eder.
Kapı kapı, doktor doktor gezdikten sonra problemini çözebilecek bir uzman hekim bulur kendine; "Size bir iyi, bir de kötü bir haberim var," der doktor.
- "Doktor, önce iyi haberi duymak istiyorum."
- "Sizi baş ağrınızdan kurtarabilirim."
- "Peki kötü haber nedir doktor bey?"
- "Çok nadir görülen bir durum. Söylemesi zor ama hadım edilmeniz gerekiyor. Cinsel organınız, omurganızın alt kısmına baskı yapıyor ve bu baskı sizde dayanılmaz bir baş ağrısı yaratıyor. Bu baskıdan kurtulmanın tek yolu erkeklik organınızı almak."
Joe bu haber karşısında şok olur ve morali çok bozulur. Kendi kendine sorar; "Ne yapsam acaba; erkeklik organım alınırsa ben nasıl yaşarım, kimin için yaşarım, el içine nasıl çıkarım?"
Cevap vermek için fazla düşünmez ve başka bir şansı olmadığı için bıçak altına yatmaya karar verir. Hastaneden taburcu olduğunda, "Oh be! Dünya varmış. Kurtuldum şu lanet ağrıdan" diye derin bir nefes alır, ancak üstünde önemli bir parçasının eksik olduğunu hisseder. Caddede yürürken farklı bir kişi olduğunu sezinler. Yeni bir başlangıç yapmaya ve yeni bir hayata başlamaya karar verir. Bir erkek giyim mağazasının önünden geçerken vitrinde duran bir takım elbiseye takılır gözleri. "İşte tam aradığım takım elbise!" der ve dükkâna girer.
Tezgâhtara,
- "Yeni bir takım elbise istiyorum," der. Tezgahtar Joe'yu şöyle tepeden tırnağa bir süzer ve;
- "Bir bakalım; 44 beden!" der. Joe gülerek,
- "Kesinlikle doğru, nereden anladınız?"
- "Bu benim işim". Joe takım elbiseyi dener. Üstüne 'cuk' diye oturur. Joe aynada kendisine hayran hayran bakarken tezgahtar sorar;
- "Yeni bir gömlek de ister misiniz?" Joe bir kaç saniye düsündükten sonra "Elbette" der. Tezgahtar Joe'ya şöyle bir bakar;
- "Kol numarası 34 ve 16 numara yarım yaka." Joe şaşırır;
- "Kesinlikle doğru, nereden anladınız?"
- "Bu benim işim!" Joe gömleği giyer. Evet, gömlek süper olmuştur. Yakasını aynada düzeltirken tezgahtar sorar;
- "Yeni ayakkabıya ne dersiniz?"
- "Evet, lütfen. Bir de ayakkabılarınıza bakayım." Tezgahtar Joe'nun ayaklarına bakarak;
- "Evet... 9-1/2... E." Joe iyiden iyiye afallar;
- "İnanamıyorum, bir bakışta kaç numara ayakkabı giydiğimi nasıl anladınız? Vallahi bravo!" Tezgahtar;
- "Efendim, bu benim işim." Joe ayakkabıları da giyer. Gerçekten de ayakkabılar ayağına tam uyar; şöyle dükkan içerisinde bir tur atarken tezgahtar;
- "Beyefendi, vallahi jilet gibi oldunuz! Size bir tane de şapka vereyim ben!" der. Joe aynaya bakarak kendini beğeniyle izler ve
- "Evet, bir de şapka bakayım kendime!" der tezgahtara. Tezgahtar Joe'nun kafasına bakarak;
- "Eveeet... 7-5/8." Joe yine şaşkın bir şekilde tezgahtara;
- "Evet, doğru. Nereden bildiniz?" diye sorar. Tezgahtar iyiden iyiye havaya girmiş bir sekilde;
- "Bu benim işim efendim" der. Şapka da süper oturmuştur kafasına.
- "Vayyy beee, ulan ben neymişim beee.. Ulan ben var ya ben..." diye düşünürken tezgahtar bu sefer "Size bir tane de don verelim efendim." Der. Joe birkaç saniye düşünür ve
- "Tamam! Hemen bana en fiyakalı donlarınızdan getirin!" der. Tezgahtar geri adım atarak
- "Eveeet.. 36 beden!" der. Joe gülerek;
- "İlk defa yanıldınız. Ben 18 yaşımdan beri 34 beden giyiyorum!" der.
Tezgahtar kafasını sallayarak
- "Hayır, size 34 olmaz. Erkeklik organınızı sıkıştırır ve omurganıza basınç yapar, bu da dayanılması güç bir baş ağrısı çekmenize sebep olur!..

Eksik Testis

Eğitimini ABD'de tamamlamış, İngiltere’de mastır yapmış biri Türkiye'ye dönüşünde Koç Holding'e iş başvurusu yapıyor. Görüşmeye çağrılıyor. Görüşme çok olumlu geçiyor. Adama işe kabul edildiğini söylüyorlar. Yalnız adam bir Kusuru olduğunu söylüyor. "Nedir?" diye soruyorlar.
- Benim testislerimden biri eksiktir.
- Kusura bakmayın biz tam sağlıklı olmayanı işe alamayız diyorlar.


Bir hafta sonra Sabancı Holding'e başvuruyor. Aynen Koç Holding' teki gibi son derece olumlu görüşmenin ardından adam eksikliğini bildirince oradan da olumsuz yanıt alıyor.

Bir hafta sonra kamu kurumuna başvuruyor. Başvuruyu görünce şaşırıyorlar.
- "Ulan böyle nitelikleri olan adam ne Sabancı ne de Koç'a değil de kamuya gelmek istiyor" diye sevinip hemen görüşmeye çağırıyorlar.
Adam görüşmeye gidiyor. Görüşmede çok beğeniliyor ve ertesi gün saat 09.00'da işe başlamasını söylüyorlar. Adam yine dürüst davranıp Testislerinden birinin olmadığını belirtiyor. Bunun üzerine insan kaynakları müdürü bir süre düşündükten sonra:
- Pekala o zaman sen saat 10.00'da işbaşı yaparsın.
Adam şaşkınlıkla soruyor.
- Neden 09.00 değil de 10.00'da işbaşı yapmam gerekiyor?
- Valla biz sabah 09. 00'dan 10. 00'a kadar taşak muhabbeti yaparız da...

Henüz yapmadıysa...


kısa bir süre sonra yapacak...

İnsan vücudu

Yemeğin ağzınızdan midenize taşınması 7 saniye alır.

Bir saç teli 3 kg(6.6 lb) kaldırabilir.

Ortalama erkek organı baş parmağın 2 katı uzunluğundadır..

İnsanın kalça kemikleri betondan daha güçlüdür (sağlamdır).

Kadınların kalbi erkeklerden daha hızlı atar.

Her bir ayağınızda 1 trilyon bakteri bulunmaktadır.

Kadınlar erkeklere nazaran iki kat fazla göz kırparlar.

Ortalama insanın derisi beyninden iki kat daha ağırdır.

Vücudunuz ayaktayken denge sağlamak için 300 kas kullanır.

Tükürüğünüzün çözmediği bir şeyin tadını alamazsınız.


Bayanlar bunu okumayı bitirmiştir.

Erkekler ise hala başparmaklarını kontrol etmekle meşguller.



yanlış cevap

Başbakan, dış destek aramak için İngiltere'yi ziyarete gitmiş. Ziyareti sırasında kraliçe tarafından çay içmeye davet edilen başbakan, kraliçeye kendi liderlik felsefesinin ne olduğunu sormuş. Kraliçe de;
- "Çevremi akıllı insanlarla doldurmak!" cevabını vermiş.
Erdoğan bunun üzerine kraliçeye çevresindeki insanların akıllı olup olmadıklarını nasıl ayırt ettiğini sormuş. Kraliçe,
- "Onlara doğru soruları sorarak ayırt ediyorum." diye yanıtlamış ve;
- "İzin verin göstereyim." demiş.
Kraliçe hemen Tony Blair'i aramış ve;
- "Sayın Başbakan, lütfen bu soruya cevap verin. Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var ve bu çocuk sizin ne kız, ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu?" diye sormuş. Tony Blair:
- "Bu benim majesteleri!" diye yanıtlamış. Kraliçe:
- "Doğru.Teşekkürler,iyi çalışmalar Blair." demiş ve başbakana dönerek:
"Gördünüz mü Sayın başbakan?"
- "Evet majesteleri, çok teşekkür ederim, bu metodunuzu kesinlikle kullanacağım." diyerek oradan ayrılmış.

Yurda dönüşünde hemen maliye bakanını yanına çağıran başbakan;
- "Abi sana soracağım bir soruyu cevaplamanı istiyorum”demiş. Maliye bakanı:
- "Tabii efendim, nedir?" başbakan:
- "Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var ve bu çocuk sizin ne kız, ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu?"
Bakan sağa bakmış, sola bakmış düşünmüş, taşınmış ve en sonunda:
- "Efendim bunu biraz düşünüp sonra size cevap versem?" demiş.
Başbakan kabul etmiş ve bakan oradan ayrılmış. Vakit kaybetmeden Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırmış. Saatlerce bu soru üzerinde düşünmüşler, ama bir cevap bulamamışlar. En sonunda maliye bakanı, Kemal Derviş'i aramış ve durumu açıkladıktan sonra:
- "Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var ve bu çocuk sizin ne kız, ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu?" Derviş:
- "Bunda bilemeyecek ne var, tabii ki benim!" diye yanıtlamış. Cevabı alan bakan hemen başbakanı arayarak:
- "Cevabı buldum efendim, kim olduğunu biliyorum, "Sayın Kemal Derviş" demiş.
Başbakan büyük bir hayal kırıklığıyla cevap vermiş:
- "Yanlış cevap Abi, doğru cevap "Tony Blair" idi."

Evli erkeğin evrimi...

6. hafta: Seni seviyorum.
6. ay: Tabii ki seni seviyorum.
6. yıl: Seni sevmesem çoktan çeker giderdim.
***
6. hafta: Aşkım, ben geldim.
6. ay: Selam.
6. yıl: Annen ne yemek yapmış?
***
6. hafta: Zahmet etme ben açarım.
6. ay: Ben açayım mı kapıyı?
6. yıl: Yahu şu kapıya baksanıza!
***
6. hafta: Sevgilim, Nil telefonda.
6. ay: Seni arıyorlar.
6. yıl: Telefoooon!
***
6. hafta: Zor bir çocukluk geçirmişsin.
6. ay: Senin anan da cins ha.
6. yıl: Ulan tam anana çekmişsin.
***
6. hafta: Bu yaz seni Venedik’e götüreceğim.
6. ay: Tatilde Ankara’ya gitsek ne olur.
6. yıl: Niye, evin suyu mu çıktı?
***
6. hafta: Bu yüzüğü inşallah seversin.
6. ay: Resim çerçevesi aldım, her zaman lazım.
6. yıl: Şu parayla kendine bir şey al.
***
6. hafta: Hangi filmi görmek istersin?
6. ay: Evita’ya gidelim mi?
6. yıl: Evita’yı gör, ben çok beğendim!
***
6. hafta: Üzülme sevgilim, leke yapmaz.
6. ay: Dikkat etsene yahu.
6. yıl: Amma da sakarmışsın be kadın!
***
6. hafta: Ben pek bu fikirde değilim.
6. ay: Bu konuda yanlış düşünüyorsun.
6. yıl: Saçma sapan konuşma, Alla’sen.
***
6. hafta: Yaptığın yemeklere de bayılıyorum.
6. ay: Bu akşam ne yiyoruz?
6. yıl: Gene mi makarna?
***
6. hafta: Bir şey içer misin?
6. ay: Bir martini içerim?
6. yıl: Gene buz koymayı unutmuşsun!
***
6. hafta: Bu elbise sana çok yakışmış.
6. ay: Bir elbise daha mı aldın?
6. yıl: Kaç para verdin buna?
***
6. hafta: Özür dileyecek bir şey yapmadın ki.
6. ay: Biraz dikkat etsene be kızım.
6. yıl: Hay senin eline...

Gız Emine... nenenden mektup var...

Emine gızım,
Benim. Ayşe nenen. Bildin mi? Bildin dabii. Elimde böyüdün a gızım. Yoğsa şehere oğlumun yanına gitdim diye beni untuveedin mi?

Böğün tam 10 gün oldu köyden ayrı düşeli. Çok özledim orları. Doktura çıkarttı beni oğlan. Gözümdeki katarağı aldılar Allah razı olsun. Perde falan galmadı. Çayıra baktım mıydı, goyunların hepisini görecem. Azcık sıkıldım burlarda. Halden annayan da olmadığına, köye mektup yazdırayım dedim göççük toruna.

Canım pek daraldı buralarda. Goca bi köyü bi binaya doldurmuşlar. Herkesleri kümes gadar evlere tıkmışlar. Bir tek hamamı güzel benim oğlanın evinin. Hamamdaki çeşmenin kurnası görsen Eminem, gocaman. Cakuzi kurnası. Bizim gölbaşı gibi böyük deel, biriki debelencek gadar emme çimiyom içinde zaman zaman.

Haftaya köyden burlara gelcekler varımış. Çıtırların Hilmi'den bağ makasını yolla bana. Bizim gelinin tırnaklarını kırkacam. Bostan çapası gibi olmuşlar, sorduydum, "kesemiyoz" dedi, utancından boya sürüyo gariban.

Okusun, ilim bellesin diyin şehere gönderdiydik emme edepsizliği bellemiş benim oğlan. Eve, gelinin gözü önünde cıbıl gadınlar getiriyo her akşam. Gadınlar bir oynayyolar, bir güleyyolar sabaha gadar heç utanmadan. Şükür ki heç çıkmayolar o güçük gara kutudan.

Gelin de accık beceriksiz ya.. Ne etcen gari.. Ocakta tencere tıngırdatmaya üşeniyo, alıyo bizi hambörger miymiş, ham börülcemiymiş ney, onu yimeğe götürüyo. "Ben ham yimek yimem a gızım.." dedim dinnemedi. Arpaya katsan at yemez, kepeğe katsan it yemez.

Anaaa, gurudum, Cıkcıklar'ın bağındaki gorkuluk gadar galdım açlıktan. Hele bi dur. O yimeklerin yanına gara bi su veriyollar da Eminem, içtiydim, dedim "Allah, yandım anam." Yanndı genizlerim, köpükler çıktı ağzımdan burnumdan. "Şeherin gara suyu gudurttu beni herhal" dedim aklımdan. Anaam, bi iyi geldi bana o sonnadan. Hergün alıyo torun bana o gara şişeden bakkaldan. Gerçi masraf çıkarmayam oğlana diyom emme "Alacağım bir iğne, çeliğin okkasından bana ne" diyom sonradan. Zaten hepiciği müsrüf. Akşama gadar kavuruyolar, sabaha gadar savuruyolar.

Böyük torun helhal evlendi, başka evde yaşıyo dediler. Gayrı ocağından ayrı yaşamak isteyo dediler. Çağırın göresim var dediydim. Aaşam gelecekti, bekledim uyuya galmışım.

Gece ayakyoluna galktıydım. Anaa, baktım salonda biri yatıyo. Usulca yanaştım, gafasına yorganı çekmiş, parlak küpesi upuzun saçları gözüküyo. "Hah" dedim. "Torun sürpüz yaptı. Yeni gelini de getirivermiş, saçları da küpeleri de pek ışıl ışıl" derken, yataktan dönüverdii... "ELLEH.. Gelinin gara gara sakalları, pos pos bıyıkları var!!." Elim ayağım boşanıverdi. Başladım bağırmaya "Ecinni fış fış! Ben sana dokunmam kış kış!!.

Destur Bismillah.. Yaa Alllaaahhhh!!.." derkene bayılmışım. Ayılayazdım, gözümü açdıydım, ecinni bana "Babanne" diye yapışıverdi, gene bayılmışım. Sonnadan annadım ki, o yeni gelin deel benim büyük torun Hidayet'miş. "Sana dedenin adını virdik. Hidayete ereceğine zıvanadan çıkmışın" diyip bastonu dehledim gafasına.

Ben eyiyim Emine gızım. Merakta galma. Sade, bazı diyom keşke gözlerim perdeli galaydı. Belki o perdeden görmüyodum bunnarı.. Ben yazarım yine sana. Hele kal sağlıcakla…

Yetenekli çocuk

İlkokul 5. sınıfta resim dersinde öğretmen "çocuklar konu serbest, hayvan resimleri çizin bakayım" dedi. 10 dakika sonra küçük Ahmet el kaldırdı. Öğretmen yanına geldi. Resim kâğıdının üzerinde bir sinek duruyordu. Çocuğun bu sinekten şikâyetçi olduğunu zanneden öğretmen eliyle sineği kovaladı ama hayvan hiç hareket etmedi. Biraz daha dikkatli bakınca da sineğin gerçek olmadığını fark etti. Bu bir sinek resmiydi. Ögretmen şaşkınlıkla sordu:
-“Sen mi yaptın oğlum bu resmi?”
-“Evet öğretmenim.”
-“Peki bir de at resmi yap bakayım.”
Küçük Ahmet öyle bir at resmi çizdi ki, at, sanki kâğıttan fırlayıp çıkacak. O kadar canlı. Şaşıran öğretmen:
-“Yavrum beni hemen babana götür. Sen müthiş bir yeteneksin. Burada harcanmaman gerekir. Derhal güzel sanatlara transfer olman lazım. Babanla konuşmalıyım,” dedi.

Son dersten sonra Ahmetle beraber yola koyuldular. Dar bir patikadan bir gecekonduya geldiler. İçerde, yatakta, dizlerini karnına çekmiş, üzerinde yorganı bir adam yatıyordu.

Öğretmen konuşmaya başladı:
-“Geçmiş olsun efendim.”
-“Teşekkürler.”
-“Ben oğlunuzun...”
-“Allah kahretsin oğlumu.”
-“Aman böyle söylemeyin, yaptığı resimler...”
-“Onun yaptığı resimler yerin dibine batsın.”
-“Ama beyefendi böyle yetenekli bir çocuğun...”
-“Yeteneğine başlatmayın şimdi.”
-“Peki ne oldu, niçin böyle kızgınsınız oğlunuza?”
-“Neden olacak, dün gece eve biraz çakırkeyif geldim. Bu eşşoğlu sobanın üzerine çıplak kadın resmi çiziktirmiş.”

Tahmin gücünüz yerindeyse...

Aşağıdaki muhteşem bacaklı dilberlerden hangisi sarışın söyleyin bakalım?







Bulabildiniz mi?
Hoopp, kopya çekmek yok!!!!















***Fotografçının, sol bacaklarınızı kaldırın demesine ragmen sağ bacagını kaldıran tabii..

29 Eylül 2009 Salı

Kesin Dönüş

Temel 20 senedir Almanya'da yaşıyormuş.
Bir gün göçmen bürosuna gidip Almanya'dan kesin dönüş yapacağını söylemiş Göçmen bürosundaki Almanlar Temel'i tanıyorlar, seviyorlar.
-"Niye dönüyorsun" diye sormuşlar. Temel,
-"homoseksüeller yüzünden" demiş. Bürodakiler şaşırmış;
-"Seni rahatsız filan ediyorlarsa hemen bir şikâyette bulun, gereğini yaparız. Buradan bu yüzden ayrılmana değmez" demişler. Temel;
-"Beni rahatsız etmiyorlar" demiş. Bürodakiler yine şaşırmış;
-"Peki neden gidiyorsun?" Temel cevaplamış:
-"Burada 20 yıl önce homoseksüellik yasaktı, 10 yıl önce serbest oldu, 5 yıl öncede evlenmelerine izin verildi. Homoseksuellik MECBUR olmadan dönmek istiyorum."

* * *

Valla fıkra günümüze de tıpa tıp uyuyor.
Türkiye’de de 30 yıl önce türban diye bir şey yoktu,
20 yıl önce takmaya başladılar,
Şimdi serbest oluyor,
MECBUR olmadan biz de ailemizi alıp temel gibi mi yapsak diyecem ama nereye gidebiliriz, ne yapsak..??!!

Kısmet...

Bir aile, 30 yaşındaki oğullarını evlendirmek için bir çöpçatanla anlaşıp, iyi bir eş bulmasını ister… Çöpçatana gelinden beklentiler konusunda uzun bir liste vermişler…

İki hafta kadar sonra çöpçatan aileye çok iyi bir kız bulduğunu müjdeler.

“Tam oğlunuza göre… Oğlunuz mutlu bir yuva kurar, kızımız camiye gider, duaların çoğunu ezbere okur, harika yemek yapar, çocukları çok sever, çok çocuk sahibi olmak ister ve en iyisi de gerçekten bir içim su ve çok güzel !!”

Bunları duyunca aile pek bi memnun olmuş…
Hemen düğün günü kararlaştırılmış, bir tatlı telaş başlamış düğün için…
Ama bu arada damat adayı bi duraksamış ve çöpçatana sormuş;
-“ her şey tamamda peki yatakta nasıl acaba?”
-“…Valla… Kimisi iyi diyooor , kimisi kötü !!!”

Koltuk

Temel kendine 4 katlı bir apartman yaptırır.
4. katında kendi oturur diğer katlara ise kiracı oturtur.
Kiracılara kıyak geçmek için her kata koltuk döşetir.

1. kattaki kiracıya gider, koltuklar nasıl diye sorar kiracı:
-"Koltuklar iyi oturunca pop müzik çalıyor." Der.

2.kattaki komşuya gidince yine sorar koltuklar nasıl diye, 2.kiracı:
-"Koltuklar iyi, oturunca rock müzik çalıyor." der.

3. kattaki kiracıya giderek sorar koltuklar nasıl diye. 3.kiracı:
-"Koltuklar hiç iyi değil."

Temel niye diye sorunca; kiracı:
-"Koltuğa oturunca İstiklal Marşı çalıyor her seferinde ayağa kalkmak zorunda kalıyoruz.."

Kol ağrısı

Adamın biri işyerindeki kantinde arkadaşıyla yemek yerken;
- "Kolumun ağrısından ölüyorum, doktora gitsem iyi olacak" diye arkadaşına dert yanmış. Arkadaşı da;
- "Yahu ne lüzum var, İleride köşedeki marketin çıkışında yeni bir bilgisayarlı cihaz koydular. Üç dolara bir jeton alıyorsun kasadan, atıyorsun, yanında getirdiğin idrar örneğini açılan kapaktan içeri veriyorsun, on saniye sonra neticeyi ve tedavi için yapman gerekenleri öğreniyorsun" demiş. "Gördüğün gibi ucuz ve çabuk" diye eklemiş.

Adam hemen bir kaba idrarını doldurup arkadaşının dediğini yapmış ve bilgisayar 10 saniye sonra yazılı olarak cevap vermiş:

"Kolunuzda bir cins eklem ağrısı olan Teniselbo oluşmuş. Sıcak suya koyun, ağır işlerden kaçının, iki hafta sonra düzelecektir"

Memnun biçimde eve dönen adam, bir yandan bilgisayarın dediğini uygularken bir yandan da muzırca fikirlere kapılıp bu akıllı cihazı nasıl aldatılabileceğini düşünmeye başlamış.

Ertesi gün olunca bir miktar çeşme suyuna köpeğinden alınmış bir kılı koymuş, üstüne bir şekilde elde ettiği karısının ve kızının idrar örneklerini eklemiş. Tüm bu karışımın üzerine bir de mastürbasyon yapıp doğru cihazın yanına varmış.

Jetonu atıp kabı makineye verdikten on saniye sonra cihazdan yazılı yanıt gelmiş.

1. Çeşme suyunuz çok kireçli. Bir filtre cihazı almayı düşünün.
2. Köpeğinizde kene var. Eczaneden özel bir şampuan alıp köpeğinizi yıkayın.
3. Kızınız kokain bağımlısı. Bir psikiyatri kliniğine yatırın.
4. Karınız hamile. İkizler. Sizden değil. İyi bir avukat bulun.
5. Kendinizi bu yolla tatmin etmeyi bırakmazsanız kolunuz iyileşmez.

Rolls Roys

Genç adamın hayatındaki en büyük isteği bir rolls-royce sahibi olmakmış.
Ailesinden kalan mülkleri satmış. Oldukça borçlanmış ve sonunda biraz hırpalanmış ve eskice bir rolls-royce sahibi olabilmiş.

Arabasını alır almaz Newyork sokaklarında turlamaya başlamış.
Fakat şehirdeki onca güzel araba içinde kimse eski rolls'a bakmıyormuş.
Adam şehrin arka mahallelerine yollanmış. Yoksul insanlar gıpta ile arabasına bakarken genç adam büyük bir zevkle arabasının tadını çıkarmaya başlamış.

Sonra bir kavşağı döndüğünde iki katlı bir evin önünde park etmiş üç tane rolls görmüş.
Gözlerine inanamamış. İnmiş yakından bakmış.
Doğru! Üçü de rolls.
Kendi kendine bin bir zorlukla sahip olduğu otomobilden bu harap mahallede nasıl olur da bir evde üç tane birden rolls olabildiğini düşünürken, üst katın balkonundan biri kendisine seslenmiş:
-“Ne o arabalara mı bakıyorsun?”
Adam yukarı baktığında 4-5 yaşlarında kısa pantolonlu bir çocuk görmüş.
- “Bütün bunlar senin mi?”
- “Evet”

Adam inanamamış, “nasıl olur?” Deyince, çocuk:
- “İddia da kazandım istersen seninle de iddiaya girelim. Kazanırsan üç arabayı da alırsın. Kaybedersen arabanı alırım.”
- “Peki, iddianın konusu ne?”
Çocuk gülmüş ve;
- “Yaptığım her şeyi yapabilirimsin?” demiş.
Adam bir an düşünmüş, sonra kendi kendine küçük bir çocuğun yaptığı her şeyi yapabileceği kararını vermiş,
- “Evet demiş.
- “O zaman içeri gel” demiş çocuk, İçeri girmişler, çocuk;
- “Artık yarışma başladı, bundan sonra ben ne yaparsam aynısını yapacaksın, yapamazsan arabanı alırım” demiş ve bulundukları hole açılan tek kapıyı tıklatmış, adam da hemen kapıyı tıklatınca içeri 90-60-90 ölçülerinde bir afet girmiş.

Çocuk "ablam..." diye tanıştırdıktan sonra;

Kızın üzerindeki askılı elbisenin bir askısını çözmüş, adam da hemen diğer askıyı çözmüş.

Çocuk sutyenin bir kopçasını çözmüş adam diğer kopçayı.

Çocuk sutyenin bir askısını indirmiş adam diğer askıyı.

Kız odanın ortasında yarı çıplak bir durumda kalmış.

Bizimki artık arabayı, iddiayı bırakmış nefesi kesilmiş bir halde kızı izliyormuş, kendi kendine;
- "ah diyormuş şu ufaklık olmasa da şu kızı..."

Ufaklık ablasının üzerindeki son parçanın bir tarafını aşağı doğru çekmiş adam diğer tarafı; sonuçta son parça da kızın ayaklarının dibine düştüğünde adam iddiayı artık tamamen unutmuş ve kanı damarlarında delicesine dolaşır bir durumda iken...

Ufaklık adama seslenmiş;
- "Hey amca şimdi gelelim iddiaya;"

Şortunu indirmiş ve pipisini tutup ikiye katlamış sonra da:

- “Hadi, yaptığımı yap bakalım…”

Bir misyonerin Türkiye anıları


8 Temmuz
İşte Türkiye'deyim; bölge sorumlusu Tommy arkadaşla havaalanından kalacağımız eve giderken hayli uyarıcı bilgiler aldım;
"Hemen başlama, biraz sağını solunu tanımalısın; Türkler acayip bir millettir" filan diye bir şeyler söyledi, ama aldırış etmedim.
Bir dakika bile zayi edilmemeli; görev kutsal, görev ağır.

9 Temmuz
Tommy'nin yanıldığı açık; bugün ilk tebliğimi yaptım bile.
Adam parkta öylece oturuyordu.
Söylediğim her şeyi gülümseyip başıyla tasdik ederek saatlerce dinlerken ruhumun göklere değdiğini hissetmiştim. Bizi seyreden simitçi, sonradan o adamın sağır olduğunu söyleyince biraz moralim bozuldu ama olur öyle şeyler.

11 Temmuz
Üçüncü gün; Tommy hâlâ "henüz erken" diye ısrar ediyor.
Mânâsız bir ısrar bu; kurtulması gereken o kadar çok ruh var ki burada.
Çorap almaya inmiştim semt pazarına. Nasıl oldu anlamadım ama eve dönerken artık benim altılı çelik tencere takımım vardı.
Önemli değil, tencere gerekli bir araç nasıl olsa.
Tencereci arkadaşa müjdeyi tebliğ ettim.
"Ayıpsın abi, Hazreti İsa'ya can feda." dedi, ben ağladım.
Söz verdi, pazar toplantılarına gelecek; hatta bana bir adres bile verdi.
O adrese gidersem bir sürü insanı misyona katabilirmişim.

21 Temmuz
Tommy hâlâ "gitme, bak karışmam" diyor; işte bu aşırı ihtiyatkârlık yüzünden buralarda İsa'nın mesajı yeterince bilinmiyor zaten.
Gittim; şehrin kenarında kalabalık bir mahallede bir apartmanın altıncı katına çıktım. İçeride bir hayli erkek vardı; beni içeri aldılar, mobilyasız bir salona geçtik. Çay getirdiler; hatır sordular. Tam lâfa başlarken biri parmağıyla "sus" işareti yaptı. İçeriden yaşlıca bir adam çıkıp salona gelince herkes gibi ben de ayağa kalktım. Sonra adam konuşmaya, bir nevi vaaz vermeye başladı.
Şöyle bir dinledim; eh fena şeyler değil. Toplantıdan sonra herkes birbirine sarıldı, yeniden çay ikram edildi. Burayı sevdim, yarın da geleceğim.

2 Ağustos
Yine aynı şeyler oldu; bir ara fırsat bulup salondaki arkadaşları misyona kazandırayım dedim. Tam "İsa" demiştim ki, ihtiyar vaiz "İsa dedin de aklıma geldi." deyip çok tatlı bir bahis açtı.
Öyle güzel anlatıyor ki başladım ağlamaya. Zor teselli ettiler; sonra ortaya sofra geldi. Yemek yedik. Kuşbaşılı pilav nefisti; hele cacık!

12 Ağustos
Tommy beni tespihle oynarken yakaladı. "Nereden buldun" diye sıkıştırıyor. "Dükkanın birinden aldım." dedim. Tespih bana iyi geliyor, meditasyon yerine geçiyor. Bir tane de Tommy'e mi alsam?

6 Eylül
Bugün hep birlikte camiye gittik. "Bakayım" dedim burada neler yapıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar. Mecit diye bir temiz yüzlü arkadaşım var cemaatten. Bana abdest almayı öğretti caminin avlusunda.
Tuvaletleri pek temiz değil ama abdest çok güzel bir olay. Fırsatını kolluyorum; bunların hepsini Protestan etmezsem bana da Mahmut demesinler!

16 Eylül
"Nereden çıktı bu Mahmut?!" diye çıldırdı Tommy. "Kod adım" dedim. Anlamadı. Anlamaz tabii. Ben ne yaptığımı biliyorum. Şimdilik sesimi çıkarmıyor, toplantılara muntazaman devam ediyorum; ezan okununca "Hadi camiye gidelim, Mahmut." diyorlar, gidiyorum. "Neler okuyorsunuz fısır fısır?" diye sordum. Öğrettiler. Fatiha çok güzel bir sûre. Tommy'e de öğretmeliyim.

1 Ekim
Tommy beni evden atmaya kalkıştı dün. "Seni kandırıyorlar, Müslüman yapacaklar enayi." diye çıkıştı. İtiraz ettim, "Ben bunların içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum Pastör Tommy" dedim.
"Sırlarını öğrendiğim an, bunları sürü halinde önüme katıp Sarayburnu' ndan denize sokup cümlesini birden çatır çatır vaftiz etmezsem bana da Mahmut demesinler." dedim.
"Çık dışarı aptal." diye kovdu beni. Misyondan gelen aylığımı da kesti. Vermezse vermesin, cemaatteki arkadaşlar aralarında para toplayıp verdiler. Geceyi ucuz bir otelde geçirdim. Bugün Mecit'in evine taşınıyorum. Az kaldı, az.. Dayan, oğlum Mahmut!

6 Kasım
Mecit benim için istihareye yatmış; "Yeşil gördüm, Mahmut." dedi, "Nurlar içindeydin, hidâyet nasip oldu sana, ne mutlu." dedi.
Tabii, aldırış etmiyorum, fakat hoşuma gitmedi de değil.

9 Kasım
Bugünlerde cemaate İngilizce dersleri vermeye başladım; sabah namazını topluca edâ ettikten sonra kuşluk vaktine kadar ders veriyorum.
Kuşlukla öğle arasında tefsir dersleri yapıyoruz.
Beni artık iyice kendilerinden zannediyorlar.

21 Kasım
Yeni damat olduğum için dört günden beri günlük yazamadım.
Mecit'in teyzesinin kızı Sabiha ile nikâhlandık dün. Nikâhımızı Saadettin Hoca kıydı sağ olsun. Sünnet dediğin ise sinek ısırığı gibi bir şey zaten, çabucak geçti.
Bu sabah yolda Tommy ile karşılaştık. "Kiliseye yazdım, seni defterden sildiler." dedi. Güldüm, hâlâ o bayatlamış misyoner kafası işte. Benim din değiştirdiğimi sanıyor, gerzek. Halbuki ben...

28 Kasım
Ne kadar üzgünüm. Mecit, "Nasip değilmiş, seneye gidersin" diyor. Hac kayıtları kapanmışmış. İstesem ecnebi pasaportumla Mısır üzerinden vize alır giderim, ama ben olayı içeriden, herkesle bütün müminlerle birlikte yaşamak istiyorum oysaki.

19 Aralık
Sabiha ile teheccütten sonra Yaşar Hoca mevzusu geçti aramızda.
Yav, bu Yaşar Nuri Hoca iyi adam hoş adam, fakat ne bileyim çok modern bir duruşu var gibi sanki; hani, "İslâm'ı en iyi ben bilirim." şeklinde bir dayılanma…
Öğleden sonra yayıncımla sözlü anlaşma yaptık; ilk eserim iki ay sonra çıkıyor: "İslâm'ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar".
Yayıncım, "Fiyatı iki lira yaparsak üç yüz bin satarız." diyor. "HAMDOLSUN"

Aksi kadın

Adam karısıyla arabada giderken polis sirenini duymuş, hemen sağa çekmiş ve polis gelmiş:
-"Buyrun memur bey?"
-"Beyefendi direksiyon başındayken cep telefonuyla konuşuyordunuz”
-"Yok efendim sadece bip yaptı, ben de şarjı mı bitiyor diye baktım"
Karisi lafa atlamış:
-"Aaa yapma hayatım. Yarım saattir ortağınla iş görüşmesi yapıyordun telefonda"
Adam karısına tip tip bakarken polis yine sormuş:
-"Beyefendi emniyet kemerinizi neden takmıyorsunuz???"
-"Memur bey takmıştım ama sizin geldiğinizi görünce durduktan sonra çözdüm"
Karısı yine atlamış:
-"Aman sekerim sen de o kemeri hayatında bir kere taktın mı acaba..."
Adam kadına bir tane patlatmamak için kendini zor tutarken; polis bu sefer de arabayı incelemeye başlamış vee...
-"Beyefendi bakar mısınız sağ sinyaliniz de kırık"
-"Aaaa.. kırık mı?? Sabah yola çıkarken kontrol ettim kırık diildi... yolda oldu galiba, hiç de fark etmedik"
Karısı çenesini tutamamış yine:
-"Amma da attın kocacım, sana 3 haftadır söylüyorum artık şu kırık sinyalin icabına baktır diye....."
Adam en sonunda dayanamamış bağırmış:
-"Bana bak sen susacakmısın, çakıcam şimdi suratının ortasına!!"
Polis kadına sormuş:
-"Hanımefendi eşiniz size hep böyle mi davranır?"
Kadın cevap vermiş:
-"Yok canım.... Sadece alkollü olduğu zaman"

Başkası vurmuştur...

85 yaşında da bir adam doğumhanenin kapısında beklemektedir.. Doğumhaneden çıkan doktor şöyle bir bakındıktan sonra yaşlı adama sorar:
D-"içerde doğum yapan bayan yakınınız mı?"
A-"Evet, eşim."
D-"Ama bayan 25 yaşlarında...
A-"Tamam işte, eşim o. Niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?"
D-"Yoo, aklıma benim dedem geldi de."
A-"Nesi varmış dedenizin?"
D-"Kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı. Ancak yaşlanınca zorlanmaya başladı. Bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye. Kendisi ısrar etti ve hazırlandı. E, tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı eline. Ben de kendisiyle gittim. Ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir geyik gördük. Dedim ya, dedem yaşlı. Bastonu omzuna koydu, doğrulttu ve geyiğe bastonla ateş etti. Geyik o anda vurulup yere düştü..."
A-"Olur mu, başkası vurmuştur onu."
D-"Ben de onu demeye çalışıyorum işte."

Adamına göre...

Benzin istasyonunun önünde bir afiş:
"Depoyu dolduran lotaryada tutturursa bedava seks kazanıyor."
İki kafadar benzinciye "Doldur depoyu" der, sonra bedava seks için lotaryaya talip olur... Benzinci sorar:
-"Kafamdan bir sayı tuttum, bilirseniz bedava seks..." İki kafadar "Üç" derler... Benzinci,
-"Bilemediniz, ben beş tutmuştum."

Bir hafta sonra iki kafadar yine gelir, depo yine doldurulur, yine lotarya... Bizimkiler "Yedi" der. Benzinci "Olmadı, ben altı tutmuştum". diye cevap verir...

Üç gün sora yine depoyu doldururlar, yine lotarya... "İki" derler, benzinci "Bir" der.

Kafadarlardan biri arkadaşına açılır:
-"Yahu bu bizi kandırıyor galiba, hep başka rakam söylüyor. Hile yapmasın?"

Diğeri cevap verir:
-"Yok canım kız kardeşim arka arkaya iki kere kazandı."

üç vampir

Üç vampir varmış, Biri alman biri ingiliz biriside bizim temel...
Bunlar havada uçarlarken alman aşağıya inmiş ağzı burnu kan içinde gelmiş:
Almana sormuşlar:
-Neden ağzın burnun kan içinde?
Alman:
-Aşağıdaki kadının kanını emdim .
ingiliz aşağıya inmiş ağzı burnu kan içinde gelmiş.
İngiliz'e sormuşlar:
-Neden ağzın burnun kan içinde?
İngiliz:
-aşağıdaki adamın kanını emdim.
Temel'de aşağıya inmiş oda ağzı burnu kan içinde gelmiş.
Temel'e de sormuşlar:
-Neden ağzın burnun kan içinde?
Temel.
-Aşağıdaki direği görüyormusunuz?
Vampirler:
-Evet, görüyoruz.
Temel:
-ama ben görmedim.

Papazın yanında olurmu laaannn....

Bizmi AB'ye yoksa AB'mi bize...

AKP geldikten sonra böööle oldu...

Babalar bekler yav...

Birlikte arayalım...

İki adam bir alış veriş merkezinde hararetle kaybettkleri karılarını arıyorlarmış.
Ordan oraya koşuşturup dururken birbirlerine çarpmışlar. "Ne oluyor birader" demeye kalmadan, birisi:
- “Kardeş kusura bakma karımı kaybettim de onu arıyorum” demiş.
Diğeri de;
- “Sende kusura bakma arkadaş ama bende karımı arıyorum” demiş.
Adamlardan birinin aklına bir fikir gelmiş ve demiş ki:
- “Arkadaş, madem ikimizde karılarımızı arıyoruz, karılarımızın tipini birbirimize tarif edelim ve ayrı ayrı yerlerde aramaya başlayalım. Eğer rastlarsak saat 12'de Mac Donalds'ın önüne gitmesini söyleriz” demiş.
Diğeri tamam demiş ve başlamış karısını tarif etmeye:
- “Benim karım sarışın, mavi gözlü, 21 yaşında, 1.75 boyunda, 60 kg, topuklu beyaz ayakkabı ve kırmızı mini etekli tek parça elbise giyiyor” demiş, ve diğer adama;
- "Senin karın nasıl biri?" diye sormuş. Diğer adam coşkuyla cevap vermiş:
- “Boşver benimkini hadi gel seninkini arayalım...”

Gördünmü Koçum...

Orta yaş üzeri bir İtalyan, son derece ateşli genç bir bayana aşık olmuş, aşkının karşılığını da aynı şekilde almış. Birbirlerini çok sevmişler, birlikte olmaktan çok mutlu olmuşlar ve evlenmeye karar vermişler. Evlenmişler...

Dışarıda olağanüstü giden işler, yatağa gelince sorun olmaya başlamış. Karısını çok seven, onu her anlamda ve her alanda mutlu etmeyi isteyen adam, yatakta bir türlü istediği sonucu alamıyormuş.

Sevgileri onları çözüm arayışına itmiş. Bir gün konuşurlarken, 'papaza danışalım' fikri çıkmış ortaya. Gitmişler papaza durumlarını anlatmışlar, ne yapabileceklerini sormuşlar. Papaz:
-Genç bir delikanlı bulun. Eline bir havlu verin, siz sevişirken, havluyu sağa-sola sallasın hafif bir rüzgar Yapsın.. Karı-koca büyük heyecanla havlu sallayacak genci aramışlar, bulmuşlar. Vermişler gence havluyu atmışlar kendilerine yatağa.

Delikanlı havluyu sallamış ama eşler yine uyumsuz, yine sonuçsuz. Gitmişler yine papazın yanına, papaz sorunun çözülmediğini öğrenmiş, düşünmüş düşünmüş, kocaya dönmüş:
-Siz şu delikanlı ile bir yer değişin, havluyu sen salla bakalım ne olacak?

Karı-koca papazdan aldıkları son öğüt ile evin yolunu tutmuşlar, koca almış eline havluyu sallamaya başlamış, genç adam da genç kadınla başlamış sevişmeye.

Tabi sonuç müthiş. Kadın aylar süren susuzluğunu giderirken, bağırış çağırış ortalık inlemiş. Havlu sallayan koca iş bitince, yatakta yorgun yatan genç adama dönmüş, küçümseyici bir tavırla:
-Gördün mü koçum, havlu böyle sallanır....

Amerikan Eşeği

Malum zamanların birinde Kayseri'de Amerikalıların yardımı ile karayolu çalışmaları yapılırken bölgeye yakın bir köyde de köylüler bir patika yolu yapıyorlarmış.
Köylüler bunun için bir eşeği tepeye doğru kovalayıp onun geçtiği yeri sertleştirerek yolu tamamlıyorlarmış. Malum; hayvan içgüdüsel olarak hedefe doğru en az yorucu yolu seçer ya!...

Bu köylüler, O sırada orada vazifeli olan bir Amerikalı mühendisin dikkatini çekmiş. Mühendis olanları merak ederek tercümanı ile yanlarına gitmiş:
-"Kolay gelsin, ne yapıyorsunuz burada böyle?"
İçlerinden en uyanık olanı;
-"Yol yapıyoz" diye cevap vermiş.
-"E, bu eşek ne işe yarıyor?"
Köylü genel işlem sırasını şöyle bir anlatmış. Eşeğin yolun nereden geçeceğine karar verdiğini söylemiş.
Amerikalı mühendis çok ilginç bulduğu bu fikre gülmekten yerlere yatmış:
-"Eee... Eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?"
-"O zaman Amerika'dan mühendis getirtiyoruz!!!!!"

öbür taraf

Bektaşi bir Cuma günü camiye gitmiş.
Camide hoca vaaz veriyor ve şarap içenleri şiddetle kınıyor.
Bektaşi de can kulağıyla hocayı dinlemeye başlamış.
Hoca dayatmış;
-"Şarap içenler öbür tarafta her türlü cezayı görecek."
-"Şarap içmeyenler ise her türlü sefayı sürecek..."
-"Hatta her birinin emrine 40 huri verilecek..."
-"Şarap içenlerin ise içtikleri her şişe şarap kıl köprüden geçerken boyunlarına asılacak!!!"
Bektaşi dayanamayıp oturduğu yerden hocaya seslenmiş:
-“Hoca efendi; o şişeler dolu mu olacak, boş mu?”
Hoca gürlemiş;
"Bre zındık, sen dolu şişelerle öbür tarafı meyhane mi sanırsın!"
Bektaşi basını sallayıp itiraz etmiş;
"İyi ama hoca, adam başı 40 huri ile sen de öbür tarafı kerhane mi sanırsın!"

Devekuşu

Çok karizmatik ve yakışıklı bir adam yanında bir devekuşuyla bara girmiş, herkes şaşkın falan öööle adama bakıyorlar, adam bara yanaşmış:
-"Barmen bana bir viski, ona da büyük bir bardak su..."

Barmen talepleri yerine getirmiş, bir tek, iki tek, saatler ilerlemiş. Adam:
-“Hesap lütfen” demiş.

Barmen hesap pusulasını uzatmış, adam elini cebine atmış, parayı çıkartmış, tam hesapla aynı...

Ertesi gece adam geri gelmiş, yanında tabii devekuşu da var.
-."Barmen bana bir viski, ona da büyük bir bardak su..."

Barmen istediklerini vermiş, bir tek iki tek, saat geç olmuş, adam hesabı istemiş, barmen hesabı göstermiş, adam elini cebine atmış, çıkartmış, tam hesap miktarı... Barmen şaşkın ama nafile...

Bir kaç gece sonra adam devekuşuyla beraber geri gelmiş, barmenin içi içini yiyor... Adam:
- “Bana bir viski, ona da su ver. "

Barmen emre amade, istekleri yerine getirmiş. Gece ilerlemiş, adam hesabı istemiş, barmen bol küsuratlı saçma sapan bir miktarı hesap olarak adama vermiş, adam elini cebine atmış çıkartmış, yine tam hesap…

Barmen oynatmak üzere, dayanamamış:
- “Beyefendi bir süredir barımıza gelip gidiyorsunuz, kusura bakmayın ama bir şey sormak istiyorum, yoksa kafayı yiyecem; Her gece cebinizden çıkan para hesapla kuruşu kuruşuna aynı oluyor, bunu nasıl başarıyorsunuz? “

Adam gülümsemiş:
- “Bir gün karşıma bir cin çıktı, üç dileğimi sordu; İlk olarak karizmatik ve yakışıklı bir tipim olmasını istedim, ikinci dileğim de ne almak istersem isteyeyim elimi cebime attığımda parası aynen cebimden çıksın istedim.

Barmen:
- “Peki kızmayın ama bu kuş ne iş? “ Adam:

- “Onu hiç sorma, son dileğim beni hiç bırakmayacak uzun bacaklı bir piliçti, yanlış anladı salak ...!"

28 Eylül 2009 Pazartesi

ateist

Ateist bir adam bir gün ormanda geziyor ve etrafındaki güzelliklere bakıyor, 'Evrim ne güzellikler yaratıyor!' diye düşünüp mest oluyormuş.
Aniden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya başlamış. Adam, bütün gücüyle kaçıyormuş ama arkasına her baktığında ayının daha da yaklaşmış olduğunu görüyormuş.
Dakikalarca süren bir kaçıştan sonra adamın ayağı yerdeki dala takılmış ve düşmüş. Ayı, adamın üzerine atlamış, pençesini kaldırmış, tam vurmaya hazırlanırken adam: "Tanrım!!" diye bağırmış.
Bir anda zaman durmuş, ayı donmuş, ormandaki nehir bile akmaz olmuş. Bir anda orman kararmış ve gökyüzünden bir ışık hüzmesi adamın üzerine parlamış. Çok derinden gelen ilahi bir ses adama:
-'Yıllarca bana inanmadın, yaradılışı kozmik bir kazaya bağladın, sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu saymalıyım?', demiş.
Adam utanç içerisinde:
-'Biliyorum, bunca yıldan sonra dindar biri olmayı istemem haksızlık, ama belki ayıyı dindar yapabilirsiniz.' demiş.
Ses:
-'Peki', diye karşılık vermiş ve ışık kaybolmuş.
Nehir tekrar akmaya başlamış. Her şey eski haline dönmüş.
Ayı pençesini indirmiş... Sonra iki pençesini de göğe doğru çevirmiş ve konuşmaya başlamış:
'Tanrım, senin rızkınla orucumu açıyorum, hamdolsun verdiğin nimetlere...'

3000 kart nasıl yazılır?

Bir genel müdürün özel kalem müdürü yardımcılığını yapmış biri anlatıyor:

"Sene 1965. Bir genel müdürlükte özel kalem müdürü yardımcısıyım.. Bayrama 10 gün var.. Benim müdür hastalandı.. İşe gireli 2 hafta olmuş, olmamış. Genel Müdür bey beni çağırttı:
- Tebrik kartları hazır mı?.. Şaşırdım:
- Hangi kartlar efendim?
- Aman evladım, Şükrü Bey sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartları şimdiye kadar hazır olmalıydı. Tüh tüh.. Çabuk hemen hazırlayıverin.
- Emredersiniz efendim! dedim, ancak sabaha kadar 3 bin kartı nasıl yazacağım? Genel müdür bey, bütün kartları çini mürekkebiyle ve en güzel yazımla yazmamı istedi. 3 bin karttan 2 bin tanesini kendisinden makamca alttakilere şu şekilde yazacaktım:

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim."

1.000 tanesi de üst makamdakilere olacaktı ve onlarda da şu ifade yer alacaktı:

"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim."

Sabaha kadar 3 bin kart, düşünebiliyor musunuz?!?..
Çaresiz kolları sıvadım:

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim",

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim",

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim"

1, 5, 10, 18, 28, 58, 108, 188, 558.. Yazıyorum, yazıyorum bitmiyor!.. Nasıl sıkıntı bastı!.. 738, 918..

2,5 paket Samsun'u bu arada bitirmişim. Öyle işkence çekiyorum ki, ekmek parası olmasa bırakıp kaçacağım. Sıra 2000. karta geldiğinde şafak söküyordu. Ben de bitmişim ama önümde hala yığınla kart duruyor! 1.000 tane de üst makamlara yazılması gerekenler var.

4. paket sigarayla birlikte "Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim"e başladım..

Boyuna yazıyorum, göz kapaklarım iyice ağırlaştı, takoz koysam gene de kapanacak.

209, 529, 689.. Yaz babam yaz.. Ama artık kalemi parmaklarımın arasında tutamaz oldum. Ben kaleme değil, kalem bana hâkim:

"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim."

"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim."

"Niyaz ederim başarılı günler sizinle eşinizin bayramını kutlarken.."

"Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla sıhhatli günler diler Niyazi ile beraber ederim.."

"Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrıca sıhhatle ederim.."

"Önce bayramınızı eder, sonra eşinizle Niyazi'ye başarılı günler dilerim.."

"Sizin de eşinizin de Niyazi'nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim.."

"Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, Niyazi'ye başarılar diler aynı zamanda ederim.."

"Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar Niyazi'nin gözlerinden öperim.."

"Sizin de, eşinizin de, Niyazi'nin de, bayramını da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de.. saygıyla ederim.."

Sabah tam mesai saatinde, gözlerim kan çanağı bir halde kartları yetiştirdim.. Genel müdür bir-ikisine şöyle bir baktı:

"Aferin" dedi. "Güzel yazmışsın. Hemen postalayın!"

Hemen postaladık..

3 gün sonra da önce bizim genel müdürü, sonra da bendenizi postaladılar!..

3 ncü Kadın

Adam biri balık tutuyor.
Bir elinde oltası öbür eli ise bir taşı tutmuş vaziyette havada...
Oradan geçen bir kadın yanına yaklaşıyor ve soruyor:
-"Oltayı anladım da, bu taşı neden böyle tutuyorsunuz?"
Adam, Bir şartla söyleyeceğini belirtiyor.
Şartı duyan kadın kızıp gidiyor ama merakını yenemiyor, tekrar dönüp geliyor.
-"Peki diyor, şartını yerine getirelim; ondan sonra söyle bu taşı neden böyle havada tuttuğunu.."
Şart yerine geldikten sonra adam taşı neden öyle havada tuttuğunu açıklıyor..
-"Bu oltaya sabahtan beri hiç balık vurmadı. Ama sen bu taşa düşen üçüncü kadınsın."

Afacan Ali

Ali okula yazılacakmış.
Ama çok fırlama bir çocuk olduğundan babası bazı önlemler almaya karar vermiş ve okuldaki öğretmenine ve diğer öğretmenlere durumu anlatmış.
Sıra servis şoförüne gelmiş servis şoförüne oğlunun ne kadar fırlama olduğunu anlatmış.
Şoför hiç oralı olmamış, içinden "ufacık çocuk ne kadar fırlama olabilir ki" diye düşünmüş.
Okul günü gelmiş ve Ali alınması gereken yerden servise binmiş.
Yolculuğun ilk başlarında sakin sakin oturan Ali daha sonra şoförün yanına gelerek:
"Amca, benim annem tavuk, babam horoz olsaydı, ben civciv olurdum değil mi" demiş.
Şoför "Evet yavrum, şimdi geç yerine otur" demiş.
Biraz sonra Ali yine şoförün yanına giderek:
"Amca, benim annem inek, babam boğa alsaydı, ben buzağı olurdum değil mi" demiş.
Şoför biraz sinirli "Evet, şimdi git yerine otur" demiş.
Biraz sonra Ali yine şoförün yanına gelerek:
"Amca, benim annem" demeye kalmadan şoför Ali'ye:
"Ben sana bir soru soracağım "demiş ve ardından sormuş:
"Senin annen orospu, baban pezevenk olsaydı, sen ne olurdun bakayım."
Ali sırıtarak cevap vermiş:
"Şofööörr!!!".