26 Şubat 2010 Cuma

Parola.

İçip içip kafayı bulan bir sarhoş, sokakta 'Adi Başbakan..Adi Başbakan' diye nara atıyormuş..

İki polis adamı yaka paça karakola götürmüşler. Sonra adam mahkeme falan derken Hapis cezası almış.

Cezaevine gitmeden önce Hakime cezasının nedenini sormuş:

-Bu ülkede demokrasi vardı hani? Herkes istediğini söyler demiyor mu Başbakan?

Hakimde;

-Senin suçun o değil oğlum.. Senin suçun Devlet Sırrını açıklamak...

24 Şubat 2010 Çarşamba

Ben vermem..

Bir köyde aynı gün bir Kayserili, bir Laz ve bir Diyarbakırlı ölmüş.
Ahali toplanıp cenazeleri yıkamış, cenaze namazı kılmış ve güçlükle köyden uzak mezarlığa götürüp gömmüşler. Yorgun argın dönüp, kahveye oturup çay söylemişler.
Birazdan bir bakmışlar ki Laz mezardan çıkmış üstünü başını silkeleyerek kahveye geliyor!
-N'oldu lan ? Hayırdır, nasıl geri geldin? diye sormuşlar.
Laz cevaplamış:
- Öbür tarafta aynen burası gibi, zebaninin eline bi beşlik sıkıştırdım beni geri gönderdi.
Diğerleri merakla sormuşlar:
- Peki Kayserili nerede?, Diyarbakırlı nerede?
Laz getirilen çayı karıştırırken cevaplamış:
- Ben gelirken Kayserili iki buçuğa olmaz mı diye pazarlık ediyordu, Diyarbakırlı da ben vermem devlet versin diyordu.

maymun ve filler..

Tavşan ormanda telaş içinde koştururken maymuna rastlamış..

Maymun sormuş:

- 'Ne oluyor tavşan kardeş ne bu telaş..!?' Tavşan:

- 'hiç sorma' demiş nefes nefese 'filleri s....kiyorlar'

- 'Ee... ' demiş maymun 'sana ne, sen fil değilsin ki'

- 'Öyle deme maymun kardeş' demiş tavşan.

- 'ortalık öyle karışık ki, fil olmadığını anlatana kadar ananı bile s.....kiyorlar. .’

Şapka..


Bir Pazar günü Bay Murphy'yi kasabanın kilisesinde gören papaz çok şaşırdı; çünkü Bay Murphy hayatında hiç kiliseye uğramamıştı.
Ayinden sonra onun yanına geldi ve;
-"Murphy, seni kilisede görmekten çok memnun oldum; ama seni buraya neyin getirdiğini merak ettim doğrusu" dedi.
Murphy yanıtladı:
-"Sana yalan söylemem doğru olmaz. Bir süre önce, çok ama çok sevdiğim şapkamı bir yerlerde bırakmıştım ama nerede bıraktığımı bir türlü hatırlayamıyordum. Bay McGlynn'in de aynı şapkadan giydiğini ve her Pazar kiliseye geldiğini biliyordum. Ayinde şapkasını çıkarması gerektiğini de biliyordum ve, herhalde kilisenin arka tarafındaki askıya koyar diye düşündüm. Yani, duadan sonra, ayin başlamadan kiliseden ayrılmayı ve o sırada McGlynn'in şapkasını aşırmayı planlamıştım."
Papaz:
-"Ama görüyorum ki bunu yapmamışsın." dedi ve sordu:
-"Neden fikrini değiştirdin ?"
Murphy yanıtladı:
-"Sizin 10 Emir konusundaki vaaz'ınızı dinlerken aniden anladım ki, aslında McGlynn'in şapkasını çalmak zorunda değilim"
Gözü yaşaran papazın, yüzüne yayılan dostça bir gülümsemeyle Murphy'ye baktı ve dedi ki:
-"Bunu duymak ne kadar güzel !... Yani benim konuşmamın 'Çalmayın' bölümünü dinlediniz ve çaldığınız takdirde cehennemde başınızı yakacak o şapkadan vazgeçtiniz !"
Murphy başını yavaşça iki tarafa sallayarak konuştu:
-“Aslında pek öyle olmadı peder; Konuşmanızın ‘zina yapmayın’ bölümünü dinlerken, şapkamı nerede bıraktığımı hatırlayıverdim birden..”

22 Şubat 2010 Pazartesi

Bayram..

Tel-Aviv de oturan Jacob, New York'a göçmüş oğlu Samuel'i telefonla arar.

- "Gününü mahvedeceğim için üzgünüm ama annenle ben boşanıyoruz, 45 yıllık eziyet yeter" der.

Oğlu;

- "Baba nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin, hem de tam bayram öncesinde"

Baba;

- "Artık birbirimize tahammül edemiyoruz, yetti bu hikaye, bana yardımcı ol ve Şikagodaki kız kardeşini ara ona da bu haberi ver" der ve telefonu kapatır.

Ümitsiz çocuk kız kardeşini arar, kız da köpürür;

- "Nasıl bu yaşta boşanırlar ben bu işi hallederim" der.

Kız doğrudan babasını arar.

- "BOŞANMIYORSUNUZ. Kardeşim ve ben gelene kadar hiçbir şey yapmıyorsunuz, anladın mı HİÇBİRŞEY, bizi bekleyin" der.

Jacob telefonu kapatır ve karısına dönerek;

- "Harika Rebeka, ikisi de bayramı bizimle geçirecekler, hem de uçak biletlerini kendileri ödeyerek geliyorlar…"

öbür dünya..

Sakıp Sabancı'ya bir gün demişler ki:
- "Ağa bu dünyada her şey güllük gülistanlık nereye baksak her tarafta senin şirketlerini ve fabrikalarını görüyoruz. (MarSA,YünSA,LasSA,ToyotaSA)"
- "Bu dünyada işin iş. Ya diğer tarafta ne olacak, orada ne yapacaksın, nasıl kurtulacaksın zebanilerden?"
Sakıp Ağa gülerek cevap vermiş:
- "Öte yanda da işimizi sağlama aldık. Bir tarafımızda iSA, diğer tarafımızda muSA"

20 Şubat 2010 Cumartesi

Sinekler..

yedi sekiz yaşlarındaki Afacan Ömer elinde raket, gözünü pencere camına konmuş çiftleşmekte olan sineklere dikmiş ve sonra da:
- "Anneee!!... Sineklerin erkeği olur mu?" diye seslenmiş. Anne bu masum sorudan kuşkulanmadığı için;
- "Olur yavrum..." cevabını verince, Ömer soruyu ikilemiş:
- "Peki sineğin dişisi olur mu?" Kadın o zaman soruların içinden çıkılmaz bir yere gideceğini sezip yan çizmiş ve:
- "Olmaz evladım..." demiş.
Ömer aradığı cevapları alınca elindeki raketi hırsla sineklerin üzerine yapıştırmış:
- İbneler!

Fadime..

Temelin karısı köydeki doktorla işi pişirmiş.

Bu durum herkesin diline düşmüş ama kimse Temel'e söyleyemiyor. Herkes nasıl anlatacağız bu işi derken Dursun atlamış;

- Merak etmeyin uşaklar ben soylerum.

Aksam olmuş Temel kahveye gelmiş.

Dursun söyle bi gerinip köşeden yüksek sesle temele doğru bağırarak;

-Ha Temel usagum, senin Fadime ne zaman profosor olayi daaa?

-Ula Tursun şaşirdin mu, benim kari daha okumayi bile sokemedu, profosor olmak nerden ciktu?

-Ne pileyumm; koyde herkes fadime yuksek lisansini yapti, Doktora veriyor diyolarda ondan sormuşumdur…

Cinayetin nedeni..

Savcı, sanık sandalyesindeki yaşlı teyzeye sorar:

- Bize yaşınızı söyler misiniz?

- 86 yaşındayım

- Lütfen bize olay günü neler olduğunu anlatın:

- O gün hava çok güzeldi ve ben parkta oturuyordum… derken o adam geldi yanıma oturdu.

- Onu tanıyor muydunuz?

- Hayır, ama tatlı birine benziyordu

- Sonra ne oldu?

- Birden bacaklarımı okşamaya başladı…

- Ona engel oldunuz mu?

- Hayır

- Neden?

- Çünkü hoşuma gitti.. kocam 30 yıl önce öldüğünden beri kimse bana böyle dokunmamıştı…

- Sonra ne oldu?

- Sonra göğüslerime dokundu…

- Engel oldunuz mu?

- Hayır

- Neden?

- Çünkü bana kendimi uzun zamandır ilk defa bir kadın gibi hissettiriyordu…

- Sonra ne oldu??

- O kadar tahrik olmuştum ki bacaklarımı açtım ve "Seviş benimle, hadiii seviş benimlee!!!" diye bağırdım…

- Sizinle sevişti mi??

- Hayır! Ben öyle bağırınca o da birden "Gülümseyin, Kamera Şakası!" diye bağırdı ben de onu vurdum!..

Hınzır..

Küçük çocuğun karşısına hamile olan genç bir kadın oturur.

Çocuk bir süre kadını gözlerinin ucuyla süzdükten sonra, sinsi sinsi gülmeye başlar.

Çocuğun bakışlarından rahatsız olan kadın bir süre sabrettikten sonra dayanamayarak sorar:

- Neye bakıp gülüyorsun, yumurcak? Yoksa beni birine mi benzettin?

- Hayır, sizi tanımıyorum, ama ne yaptığınızı biliyorum.

Tuttuğuna güvenme..

Temel ve dedesi İstanbul'da geceyi geçirmek için otele gitmişler. Otelde tek bir yatak boşmuş, bu yüzden dede torun birlikte yatmışlar. Gece yarısı dede Temel'i dürtmüş ve demiş ki:
- "Temel bana karı bul". Temel ise dedesine:
- "Dede sakin ol yat" demiş. Biraz sonra dede ikinci defa Temel'i dürter ve:
- "Temel bana karı bul" der. Temel yine:
- "Dede sakin ol yat" der. Dede biraz sonra üçüncü defa Temel'i dürtüp:
- "Temel bana karı bul" deyince artık Temel isyan etmiş ve dedesine demiş ki:
- "Dede! tuttuğuna güveniyorsan o benim!"

Saat..

Çapkınlığı ile ünlü bir adam bir bardan içeri girer. Amerikan Barda çok çekici bir kadının oturduğunu görünce yanında ki boş koltuğa oturur. Meraklı bir şekilde sürekli olarak kol saatine bakmaya başlar. Yanında oturan kadın bir süre sonra dayanamaz ve:

- Randevunuza gelecek arkadaşınız geç mi kaldı? diye sorar. Adam:

- Hayır. Sadece günümüzün en modern ürünü olan bu saati yeni satın aldım. Test ediyorum...

- En modern saat mi? Ne farkı var bu saatin?

- Benimle beyin dalgalarını kullanarak iletişim kurabiliyor.

- Şimdi ne diyor?

- Sizin iç çamaşırı giymediğinizi söylüyor.

Kadın kıkırdayarak;

- Öyleyse saat arızalı olmalı. Çünkü benim iç çamaşırım var …

Adam mütebessim:

- Hmmm. Sanırım bu cihaz yine bir saat ileriyi gösteriyor …

Makbuz..

Deney yapmak için bütün hayvanları dişisi ve erkeğiyle birlikte bir gemiye toplayan bir bilim adamı, yolda bütün erkek hayvanların dişilerle çiftleştiğini ve bunun sonucunda gemide nüfus çoğalması olduğunu görür. Bunu engellemek için bütün hayvanları bir araya toplayıp konuşmaya başlar.

- "Yolda gördüm ki bütün erkekler dişilerle çiftleşiyor. Bu yüzden de gemide gitgide çoğalıyoruz. Bunu önlemek için bütün erkek hayvanların cinsel organlarını kesip karşılığında makbuz vereceğim. Limana indiğimizde erkek hayvanlar makbuzunu geri verecek ve karşılığında cinsel organlarını geri alacak" der ve adam aynen dediğini yapar. Ertesi gün erkek kanaryanın kendisine bir şey yapamayacağını bilen dişi kanarya, erkek kanaryanın karşısına geçerek onu tahrik etmeye başlar:

- "Sen erkek değilsin, senin cinsel organın bile yok" diyerek erkek kanaryayı sinirden deli eder. Erkek kanarya hırsından kahrolarak bir haftayı geçirir. Bir hafta sonra dişi kanarya bir de bakar ki erkek kanarya kahkahalarla gülüyor ve sevinçten zıp zıp zıplıyor. Bunu gören dişi kanarya şaşırmış bir şekilde erkek kanaryaya:

- "Hayrola cinsel organını kaybedince aklını da kaybettin galiba?" der. Erkek kanarya zıplamaya devam ederek:

- "Limana inince göreceksin." der. Dişi kanarya daha da şaşırır ve erkek kanaryaya:

- "Limana inince ne olacak ki?" diye sorar. Erkek kanarya kahkahayı basarak cevap verir:

- "Eşeğin makbuzunu çaldım."

19 Şubat 2010 Cuma

İtfaiyeciler...

Bir sarısın, bir kızıl ve bir esmer kız yanmakta olan bir binanın çatısında mahsur kalmışlar. İtfaiye hemen olay mahalline gelmiş, gerekli cihazları çıkarmışlar. Çatıdan atlayanları tutmak için yanlarında getirdikleri çarşafı tuttuktan sonra, çatıya doğru seslenmişler;
- Atla. Bu tek şansımız.
Esmer olan kız çatının kenarına kadar gelmiş ve kendisini aşağıya bırakmış. Tam çarşafa gelirken, itfaiyeciler birden çarşafı kenara çekmişler. Esmer kız domates salçası gibi yere yapışmış.
İtfaiyeciler tekrar çatıya seslenmişler;
- Hadi atla. Yoksa kurtulamayacaksın. Kızıl saçlı aşağıya bağırmış;
- Atlamam. Biraz önce yaptığınız gibi çarşafı çekersiniz siz.
İtfaiyeciler;
- Hayır, çekmeyiz. Biz sadece esmerler için bunu yaparız.
Böyle söylenince, kızıl saçlı da kendisini çatıdan aşağıya bırakmış. İtfaiyeciler esmer kızda olduğu gibi yine aniden çarşafı kenara çekince, kızıl saclı da elmalı kek gibi yere serilmiş.
Çatıda sadece sarışın kalmış. İtfaiyeciler daha önce de yaptıkları gibi;
-Atla, atla. Yoksa yanarak öleceksin.
Sarışın;
- Kesinlikle atlamam. İki arkadaşım atladığında çarşafı çektiniz. Ben atlarken de çekersiniz.
İtfaiyeciler;
- Kesinlikle çekmeyeceğiz. Söz veriyoruz.
Sarışın kız;
- Bakın, sizin çarşafı çekmeyeceğinize güvenemiyorum. Şimdi çarşafı yere bırakın ve etrafından çekilin...

Spesyalite...

Adam, Madrid'in en şık lokantalarından birine oturmuş yemek yiyecek, mönüyü İNCELİYOR. Tam bu esnada, ... Yandaki masalardan birine muhteşem bir yemek gelmiş. Böyle çeşit çeşit garnitürün içine oturtulmuş, nefis bir sosla bezenmiş iki koskoca lop et parçası, mis gibi de kokuyor...

Garsonu çağırmış adam, "Gözüm kaldı şu beyin yediğinde, bir porsiyon da bana getirin lütfen! .. "demiş.

- Ahhh, diye cevap vermiş İspanyol garson, görüyorum ki Senyor Madridli değil. Bu lokantamızın dünya çapında bir spesyalitesidir. Ancak haftalarca önceden sipariş vermek gerekir...

- Yapmayın ya! Peki, nedir bu ayıptır sorması?

- Bu, senyor, boğa yumurtasıdır. Hemen karşımız arena biliyorsunuz, boğa güreşinde öldürülen boğanın yumurtalarıdır bu! Ama haklısınız, nefis bir yemektir...

- Tamam tamam, demiş müşteri, önümüzdeki ay iş icabı tekrar Madrid'e geleceğim. Şimdiden yerimi ayırtın ve "boğa yumurtası" spesiyaliteniz için bana bir rezervasyon yapın!

Burnunda o nefis koku, bir ayı zor geçirmiş adam. Koşa koşa Madrid'in merkezindeki o meşhur lokantaya atmış kendini akşam, garsona kim olduğunu hatırlatmış, peçeteyi yakasına sıkıştırmış, başlamış beklemeye... Beş dakika, on dakika...

Önce yine o mis gibi koku, derken garson elinde kocaman tabakla gelmiş, yine nefis GARNİTÜR, mis gibi bir sos ve ortada... İki küçücük lop et parçası…

- Bu ne, diye isyan etmiş adam. O müşteriye getirdiğiniz tabakta koskoca iki et parçası vardı.

- Aaahhh Senyor, demiş garson, Madridli olmadığınız nasıl da belli... Bu bir Kısmet meselesi, bu sefer maalesef boğa kazandı!

18 Şubat 2010 Perşembe

Nişan..

12 yaşındaki oğlan 14 yaşındaki amcaoğluna sorar:
- Abi ablam nişanlanıyor biliyorsun...
- Yaz sonu nikah varmış, bizim evde de konuşuyorlardı.
- Ben sana bir şey sormak istiyorum... 
- Söyle...
- Bu nişan dedikleri ne? Evde sordum, 'Eh evlenecekler işte' diyorlar ama nişanlanınca ne oluyor, onu anlayabilmiş değilim.
- Hıııım... Zor soru, bak ben sana bir örnekle anlatayım...
- Dinliyorum.
- Diyelim ki Şubat'ta yarıyıl karnesini aldın, hepsini pekiyi getirdin. Sana bir bisiklet alıyorlar ve 'Haziran'da bütün dersleri pekiyi getir, sınıfı geç, bu bisiklet senin' diyorlar. İşte Şubat ile Haziran arasındaki o süre var ya, bisiklet senin ama binemiyorsun; o süreye 'nişanlılık dönemi' deniyor.
- Haa şimdi anladım, bisikletin var, evde duruyor; sen ona bakıyorsun o sana bakıyor; ama binemiyorsun ta ki sınıfı geçene kadar. Peki dokunmaya izin var mı?
- Vallahi onu ben de tam bilemiyorum; binmek kesinkes yasak da, galiba ziliyle oynayabiliyorsun!..

IQ..

Adamın biri bara girer ve kendisine bir içki ister. Barmen bir robottur. Adama mükemmel hazırlanmış bir kokteyli çabucak servis yaparken sorar:

"IQ'un kaç?" Adam "150" diye cevaplar..

Robot adamın IQ seviyesine göre sohbete başlar,uzun uzun Quantum fiziği, küresel ısınma, biyoteknoloji, ekonomi, insanların seksüel gelişimi üzerine konuşur..

Adam robotun bilgisinden etkilenerek kendi kendine "Bu gerçekten inanılmaz" diye düşünür ve robotu denemeye karar verir. Bardan kalkar, tekrar kapısından girer bara gelir ve yeni bir içki söyler.

Robot yine mükemmel hazırladığı içkiyi çabucak servis yapar ve sorar:"IQ'un Kaç?" Adam "100 civarı" diye cevaplar. Robot bu kez uzun uzun sohbete baslar ama bu kez futbol, basebal, arabalar, bira hakkında sohbet acar.

çok etkilenen adam robotu bir kez daha test etmeye karar verir ve tekrar kalkar. Yeni bir müşteri gibi bara yaklaşır 1 içki daha söyler.

Robot çabucak servis yaparken sorar:"IQ'un kaç?".

Adam, "mmm, sanırım 50 civarı" der.

Bunun üzerine robot, adama son derece yavaş bir bicimde şu cevabı verir:

- Ya...ni...Yi..ne..Ta..yy..ip'e oy ve...re...cek...sin... de...se...ne!

İkramiye..

Adamın birine sayısaldan büyük ikramiye çıkıyor.

Karısına bile söylemiyor sabaha karşı ikramiyeyi almak için Ankara'ya yola çıkıyor. Tam Elmadağ'a gelmişken bir telefon. Arayan kayınbiraderi:

-Nerdesin enişte?

-dışarıdayım hayırdır.

-Çabuk eve gel

-n'oldu ? çok mu acil

-hemen gel ablam

-yoksa hasta mı ?

-yok sizlere ömür

telefonu kapattıktan sonra adam keyifle koltuğa oturur.

-“Ey güzel Allah'ım, verdikçe veriyor, verdikçe veriyor”

DİNCİ AÇILIMIN SAFHALARI...



17 Şubat 2010 Çarşamba

ÇİZME..

Eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış. Kültürü, neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir "şahane kadın" Boşanacakları haberi çıkmış, bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.

Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:

- Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye başlamışlar; lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra, sözü şu suale getirmişler. Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?

General bacağını uzatarak:

- Çizmemi beğendiniz mi önce onu söyleyin bana, demiş.

- Çok güzel!

- Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi tarafından, kendi eliyle, benim için yapılmıştır. Bir benzerini bütün Roma'da bulamazsınız.

- Belli, demiş arkadaşları. Benzersiz derken de haklısın. Ama bunun, bizim sualimizle ne alakası var?

Arkadaşlarının merakını iki kelimeyle gidermiş general:

- Ayağımı sıkıyor.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Kadın ve Erkek..

Yeryüzündeki herkes ölür ve Tanrının huzuruna çıkarlar...
Tanrı buyurur:
'Erkekler iki sıra olsun, bir sırada karıları tarafından yönetilen erkekler, diğer sırada karılarını yöneten erkekler. Bütün kadınları cennete aldım, onlar meleklerle birlikte ayrılsınlar şimdi!'
Kadınlar gittikten sonra Tanrı erkeklerin karşısına geçer. Karıları tarafından yönetilen erkeklerin sırası kilometrelerce uzarken, karılarını yöneten erkeklerin sırasında sadece bir adam durmaktadır.
Tanrı uzun sıradakilere hışımla bağırır:
'Kendinizden utanın! Sizi bu dünyada güç ve iradenin temsilcisi olarak yarattım! Şuraya bak, hepiniz güçsüz, karaktersiz yüzlerce kilometrelik sıra olmuşsunuz.. Şu tarafta tek başına gururla dikilen kuluma bakın ve ondan ders alın!'
Ve ona dönerek,
'Anlat bunlara kulum, sen ne yaptın da ''Karılarını yöneten erkekler'' sırasında tek oldun?
Adam cevap verir:
-Bilmem... Karım bana burada durmamı söyledi...

14 Şubat 2010 Pazar

SINAV

Dört üniversite öğrencisi..

Yurt odasında gece geç vakitlere kadar eğlenirler, ertesi günkü sınavı gençliklerine karşı planlanmış bir saldırı olarak düşünürler.

Ertesi gün de yüzlerini ve giysilerini olabildiğince kirletirler ve dekana çıkıp bir önceki gece bir düğüne gittiklerini, dönüş yolunda arabanın lastiğinin patladığını, bütün yol boyunca arabayı itmek zorunda kaldıklarından sınava yetişemediklerini söylerler.

Dekan da üç gün sonra sınavı alabileceklerini bildirir. Kafadarlar teşekkür edip üç gün sonra sınava gireceklerini söyleyip ayrılırlar.

Sınav günü geldiğinde kendilerine bu sınavın özel bir sınav olduğu, her birinin ayrı ayrı odalarda sınava girecekleri açıklanır.

Son üç günde iyi hazırlanmış olduklarından bunu önemsemezler.

Sınav başlar; 100 puanlık iki sorudan oluşmaktadır:

Soru 1: Adınız ve soyadınız (2 puan)

Soru 2: Hangi lastik patladı? (98 puan)

a) Ön sol

b) Ön sağ

c) Arka sol

d) Arka sağ

DEMİŞİDUM SAA..

Temel kabız olmuş ve en yakın arkadaşı Dursun'u yanına alarak doktora gitmiştir. Doktor muayene ettikten sonra reçeteye bir fitil yazar eczaneye gönderir. Eczaneden fitili alırlar ve eve gelirler. Ancak ne Dursun'un ne de Temel'in fitilin ne olduğu ve ne işe yaradığı konusunda bir fikirleri yoktur. Dursun eczane telefon numarasını çevirir ve eczacı ile görüşmeye başlar;

- Eyi günler. Arkadaşum kabuz idu. Biraz once sizden bir çubuk alduk.
- Evet. Nasıl yardımcı olabilirim ?
- O çubuğu ne edeceğidu ?
- Anüs yolu ile uygulasın efendim.
- Peki.


Dursun telefonu kapatır. Ama yolunda gitmeyen bir şey daha vardır. Ne Temel ne de Dursun anüsün ne olduğunu bilmemektedirler. Dursun eczaneyi yeniden arar ve aynı eczacıyla görüşmeye başlar;

- Sizi yine rahatsuz edeyrum. Bizum Temel bu çubuğu ne edeceğidu ?
- Anüs yolu ile uygulasın efendim. Makattan yani.
- Makattan mı ?
- Evet makattan.



Dursun telefonu kapatır. Ama yolunda gitmeyen bir şey daha vardır. Ne Temel ne de Dursun makatın ne olduğunu bilmemektedirler.

Dursun yeniden eczaneyi aramak konusunda tereddütlüdür. Eczacının artık kızacağını düşünürler. Bir süre aramazlar. Temel'in yoğun ısrarı sonucu Dursun numarayı yeniden çevirir ve eczacıyla yeniden konuşmaya başlar;

- Afedersunuz yine ben. Temel bunu ne edeceğudu ?
- G..üne soksun g..üne !


Dursun telefonu kapatır ve Temel'e sitem eder;

- "
Ben dedim sağa bu herif kesin kizacak diye "

13 Şubat 2010 Cumartesi

Frank diye biri..

Adamın biri sokağa daha adımını atar atmaz boş bir taksi bulmayı başarmış. Taksiye bindiğinde şoför, “Mükemmel zamanlama, aynı Frank gibisin” demiş.
Yolcu “kim ?” diye sormuş.
Şoför; “Frank Feldman. O her şeyi tam zamanında yapan bir adamdı. Senin sokağa çıkar çıkmaz taksi buluvermen gibi şeyleri Frank Feldman her seferinde başarırdı.”
Yolcu, “Bazen herkesin başının üzerinde şans bulutları dolaşır”.
Şoför; “Hayır, Frank Feldman’ın durumu o değil. O her açıdan süper bir adamdı. Katılsaydı teniste ‘grand-slam’i kazanırdı. Golf profesyoneliydi. Bir opera baritonu gibi şarkı söyler, bir Broadway sanatçısı gibi dans ederdi. Piyano çalışını duymalıydın. Muhteşem bir adamdı.”
Yolcu; “Kulağa gerçekten özel biriymiş gibi geliyor.”
Şoför; “Dahası var... Hafızası bilgisayar gibiydi. Herkesin doğum gününü hatırlardı. Şarap hakkında her şeyi, onunla ne ısmarlayacağını, hangi etin gittiğini bilirdi. Her şeyi tamir edebilirdi. Benim gibi değil. Ben bir sigorta değiştirmeye kalksam bütün sokağın elektriği gider...”
Yolcu; “Vay be, önemli biri yani !”
Şoför; “Frank her zaman en hızlı seyredilecek yolu bilir, tıkanıklıklara takılmaz. Benim gibi değil. Ben her zaman trafikte takılırım. Frank hayatında tek bir hata yapmamıştır. Kadınlara nasıl davranılması gerektiğini, bir kadına kendisini iyi hissettirmeyi bilir. Kadın haksız bile olsa, bir kere bile cevap vermezdi. Giyimine de her zaman özen gösterirdi, ayakkabıları hep parlardı. Mükemmel bir insandı, tek bir hata bile yapmamıştır. Hiç kimse onunla karşılaştırılamaz.”
Yolcu, “Muhteşem birine benziyor. Nasıl tanıştın onunla ?”
Şoför; “Frank’le aslında hiç tanışmadım. O öldü, ben onun kahrolası dul karısıyla evlendim !!!”

Mintan...

TEMEL işten eve erken dönmüş.

Kapıyı açıp salona girince ne görsün?

Fadime çırılçıplak salonun ortasında yatıyor.

“Uyyy! Bu ne haldur Fadime?” diye kükreyince;

Fadime başlamış ağlamaya, ağlarken de söylenmeye;

- “Sen bağa mintan aldun da ben ciymedum mi?”

Tepesi atan Temel hışımla gardırobun kapağını açmış, başlamış içindekileri gösterip bağırmaya;

- “Cözine dizune dursun Fadimeee!

- Aha kırmızı mintan!

- Aha pullu mintan!

- Aha eteyi sulu mintan!

- Selamınaleyküm Osman!

- Aha yeşil mintan!..

- Aha !..”

kar yağınca..

Temel ile Fadime, tayinleri nedeniyle Erzurum'a taşınırlar. Malum, Erzurum bol kar yağan bir yer.

Kar yağdığı bir gün akşamüzeri, Temel'le Fadime evde otururlarken Belediye hoparlöründen bir anons;

“Sayın sokak sakinleri, lütfen arabalarınızı sokağın sol tarafına park edin, sokağın diğer tarafındaki karlar temizlenecektir.”

Temel, evden çıkar ve arabasını sokağın sol tarafına park eder.

Ertesi akşam, yine Belediye hoparlöründen bir anons;

“Sayın sokak sakinleri, arabalarınızı lütfen sokağın sağ tarafına park ediniz, sokağın boş bırakılan tarafındaki karlar temizlenecektir.”

Temel yine dışarı çıkar ve arabasını sokağın sağ tarafına park eder. Ancak bu arada kar yağmaya da devam etmektedir. Bunun sonucu olarak sokakların her gün temizlenmesi gerekmektedir. Nitekim 3. günün akşamı yine bir anons;

“Sayın sokak sakinleri, lütfen arabalarınızı sokağın ....? tarafına park ediniz, sokağın diğer tarafındaki karlar temizlenecektir”

Ancak anons sırasında seste bir kopukluk olduğu için ne Temel ne de Fadime arabaların sokağın hangi tarafına park edileceğini anlayamamışlardır. Uzun bir süre sokağın hangi tarafına park edecekleri konusunda tartışırlar ve bir türlü bir karara varamazlar. En sonunda Fadime;

“Ula Temel' der, Madem, arabanın sokağın hangi tarafına park edileceğini anlamadık, bugün de araba garajda kalsın, boş ver anonsu...”

12 Şubat 2010 Cuma

Gelin ile kaynana...

Kaynana gelinini alır karşısına.

Bak kızım benim 3 halim var.

1.Gülü göğsüme takarsam ogün sinirliyimdir.

2.Gülü kulağıma takarsam ogün orta halimdeyimdir.

3.Gülü başıma takarsam ogün iyi halimdeyimdir.

Sıra geline gelir;

Bak sevgili kaynanam der, benim 1 halim var.

Sigaramı yakarım, bacak bacak üstüne atarım.

Sen gülü kı..na da taksan ben yine bildiğimi yaparım.

SIRA..

Boing 767 uçağının arızasından sonra, dolu bir Virgin uçuşu iptal edilir.


Bir başka uçak için yolcular kuyruk oluşturmuşlar, sinirler bir hayli gergin bir şekilde yeni uçakta yer bulmaya çalışmaktadırlar.


Bu sırada çok sinirli bir yolcu bankoya yanaşır ve biletini fırlattıktan sonra:


-"Bu uçak ile uçmak zorundayım ve bu iş hemen yapılacak " diye bağırır.


Görevli:

-"Özür dilerim beyefendi, size yardım etmeye çalışmaktan memnun olurum ama öncelikle sırada bekleyenlerle ilgilenmeliyim ve eminim size de bir çözüm buluruz. "


Yolcu etkilenmemiştir. Arkadakilerin de duyacağı bir şekilde, yüksek sesle sorar:


-"SİZ BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUNUZ? "


Görevli tereddüt etmeden, gülümseyerek dahili anons mikrofonunu önüne çeker:


-"Lütfen Dikkat, Lütfen Dikkat, " sesi tüm terminal binasında temiz bir şekilde duyulmaktadır.


-"Burada, Gate14'te bir yolcumuz bulunmaktadır, ve KENDİSİNİN KİM OLDUĞUNU BİLMEMEKTEDİR. Kendisine kimliği konusunda yardım edebilecek birisi var ise lütfen Gate14'e gelmesi rica olunur. "


Kuyrukta bekleyenler gülmekten yıkılmaktadır…


Yolcu Virgin Havayolları görevlisine pis pis bakar ve dişlerini sıkarak:


-"F... You," der.


Görevli geri adım atmadan ve gülümseyerek:


-"Özür dilerim, ama bunun için de sıraya girmeniz gerekecek…”

10 Şubat 2010 Çarşamba

saldırı..

Muhammed sınıfa girdiğinde öğretmen sordu.
- "Adın ne"
- "Muhammed" diye cevapladı çocuk.
- "Fransa'da Muhammed ismini kullanmayız bundan sonra senin adın Jean-Francois" dedi öğretmen.
Akşam eve döndüğünde annesi Muhammed'e sordu.
- " Günün nasıl geçti Muhammed"
- "Benim adım Muhammed değil, artık Fransa'da yaşıyorum ve artık adım Jean-Francois" dedi.
- "Sen isminden, ailenden, kültüründen ve dininden utanıyor ve yadsıyorsun öyle mi?" diyen annesi Muhammedi dövdü.
Sonra olanları Muhammed'in babasına anlattı. Babası Muhammed'i daha kötü dövdü.
Ertesi gün Muhammed okula gittiğinde öğretmen Muhammed'in yüzündeki çürükleri gördü ve sordu.
- "Benim küçük Jean-Francois'ime ne oldu?"
- "Hiç sormayın efendim, Fransız olduktan 2 saat sonra iki tane Arap'ın saldırısına uğradım.”

FAHRİYE ABLA !..

Küçük Ahmet iki gündür geceleri uykusuzluk çektikten sonra sabah mutfakta annesine yanaşır:

-"Anneciğim iki gündür yatak odanızdan çok gürültü geliyor, kalkıp kapı aralığından baktığım zaman, seni çıplak babamın üzerinde hoplarken görüyorum... sonra uykum kaçıyor...."

Anne, Ahmetin seksten henüz anlamadığını düşünerek, durumu derhal toparlar:

-"Ahmetçiğim, biliyorsun, babanın kocaman bir göbeği var, ama zayıflamak da istiyor, ben de geceleri üzerinde hoplayarak göbeğini indirmeye çalışıyorum. Terlememek için bu işi de çıplak yapmak gerekiyor......"

Ahmet biraz düşünür:

-"Ama anneciğim boşuna uğraşıyorsun bu sıkıcı işle.."

Anne endişeli:

-"Neden Ahmetçiğim ?"

-"Çünkü senin evden erken çıktığın günler, komşu Fahriye abla geliyor..ve babamı üfleyerek tekrar şişiriyor....!!!!!"

9 Şubat 2010 Salı

Temel'in köpeği

Temel çok iyi eğitilmiş bir köpek satın almış, adı Bigi...

Bigi, Temel'in her söylediğini anlıyor, hatta Temel eve telefon ettiğinde telefonun ilgili tuşuna basıp ahizenin karşısında havlayarak Temel'in sorularına cevap veriyormuş.

Temel yine bir gün evi aramış, telefonu açan Bigi, 'HAV...' demiş.

- Ula Bigi... Sen misin?

- HAV..!

- Fadime evde mi?..

- HAV..!

- Başka kimse var mı?..

- HAV...

- Ula kaç kişi var?..

- HAV, HAV...

- Ne yapıyorlar?...

- Hehehehehhhhhehhhh! (soluma sesi)

- Yahu ne zamandan beri?..

- UUUuuuuuuuuuuuuuuuuu..!

Baba-oğul...

Sabah sabah babam aradı... Canım çok sıkkın.
- Boyun bosun devrilsin...
- Hayırdır babacım?
- Babacım mabacım deme bana... Bu yaşa geldin bi pırlantacı açamadın!
- E sen de başbakan olamadın!
- Terbiyesiz herif! Boşuna mı okuttuk...
- Valla hiç kusura bakma babacım, ben sana dedim beni imam hatibe gönder diye, sen tuttun Atatürk Lisesi'ne gönderdin, geleceğimle oynadın... Yoksa ben de istemezdim böyle olmamı.
- Ananız şımartıyor zaten sizi...
- E anamı da sen şımartıyorsun; torun torba sahibi oldu, hálá kafayı örtmedi... O açık kaldığı için bizim de kısmetimiz kapanıyor... O bayrağı da indirsin artık balkondan, sonra ağlıyorsunuz niye bize avanta buzdolabı gelmiyor filan diye.
- Sen bize laf yetiştireceğine el álemin çocuklarına bak biraz da utan!
- El álemin çocuklarına bakacağına, sen biraz arkadaşlarına bak asıl... Ahmet amca işçi emeklisi, Hüseyin amca asker emeklisi, Bekir amca memur emeklisi... Bu ne biçim çevre? Haybeye el öpüyoruz her bayramda... Bi günden bi gün, hangisi çıkıp da, gel sana burslar vereyim, Amerikalarda okutayım, gel seni şirketime ortak edeyim dedi . Küçükken o kadar pipimizi gösterdik, hani vefa?
- İnsan bi gemicik alır bari...
- Bakan oldun da, almadık mı?
- Hadi çok uzatma, tansiyon hapım bitti, ayarla şu doktoru da gidip alayım...
- Bizim doktoru sürdüler...
- Nasıl sürdüler?
- Uçtu o... Cumhuriyet mitingine mi katılmış ne, aldılar görevden... Ama istersen muhtarı arayıp, beleş kömür gönderteyim.
- Oğlum kalorifer mazotlu...
- Eh be baba... Pırlantacı açamadım diye bana kızıyorsun ama, sendeki ticari zekáya da hayranım yani... Al kömürü, sat!
- Senin gibi evlat olmaz olsun!
- Ağabeyime de söylemişsin aynı şeyi, kalbimizi kırıyorsun... Büyük sözü dinleyip en az üç tane yapsaydın, biri hayırlı çıkardı belki...
- Arama bizi bi daha...
- Sen de arama zaten, dinliyorlar... Atıp tutuyorsun emekli maaşlarıyla ilgili, alacaklar Ergenekon'dan içeri, göreceğiz yakutu zümrütü.
Kapattı sonra... Canım çok sıkkın.

Çeyrek viagra..

Yaşlı adam köse başındaki eczaneye girdi ve;

-"Evladım," dedi eczacıya, "bana şuradan Viagra versene..."

-"Vereyim bey amca, ne kadar istiyorsun?"

-"Birkaç tane ver iste. Ama benim gücüm yetmez, şunları dört parçaya bölüp de ver."

-"Ama amcacığım," diye itiraz etti eczacı, "o zaman ise yaramaz ki. Hele bu yaşta..."

-"Evladım" dedi yaşlı adam, "Seksen yaşına geldim. Derdim seks meks değil, ayakkabımın üstüne işetmeyecek kadar kaldırsın yeter..."

* * *

Fıkra için teşekkürler Abdi...

8 Şubat 2010 Pazartesi

Kim büyük..

Padişah ile vezir tartışmaya başlamış.

Padişah vezire;

-"En büyük ve en güçlü olan benim. Sen benim emrimdesin!" demiş.

Vezir;

-"Hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun" diye itiraz etmiş.

Tartışma uzayınca Padişahla vezir, bir çobanın yanına gitmişler ve konuya hemen girmemek için çobana sormuşlar:

-"Senin koyunun mu büyük, ineğin mi?"

Çoban şaşırmış şaşırmasına da, soranlar da padişahla vezir.

-"İneğim" demiş.

-"Keçin mi büyük, öküzün mü?"

Çoban "Öküzüm, tabii ki." deyince, asıl soruyu yöneltmişler çobana:

-"Söyle bakalım, padişahın mı büyük, vezirin mi?"

Çoban hiç düşünmeden yanıt vermiş:

-"Vallahi ben sadece kendi hayvanlarımı tanırım. O hayvanları tanımıyorum!"