29 Haziran 2010 Salı

İddia..

Barda uzun süre tek başına içki içen adam bir süre sonra barmene;

- "Biliyor musun, ben sol gözümü ısırabilirim" demiş.

Doğal olarak barmen buna inanmamış. 1,000 Lirasına iddiaya girmişler.

Adam, takma olan sol gözünü çıkarmış; ısırmış ve barmenin hayret dolu bakışları arasında parayı cebine atmış.

Bir kaç kadeh daha içtikten sonra adam gene barmene dönmüş ve

- "Biliyor musun, Ben sağ gözümü de ısırırım!" demiş

Adamın tavırlarından kör olmadığını; dolayısıyla öbür gözünün de takma olamayacağını düşünen barmen, parasını kurtarabilmek umuduyla hemen 1,000 Lirasına iddiaya girmiş.

Adam sakin sakin takma dişlerini çıkarıp sağlam olan sağ gözünü de ısırmış.

Aradan bir kaç saat geçince, müşteri barmene;

- "İki milyonunu kurtarmak için sana bir fırsat vermek istiyorum" demiş.

- "İki milyonuna iddiaya girerim ki bu oturduğum yerden taaa öbür köşeye yerleştireceğin bir bira şişesinin içine, bir damla bile etrafa sıçratmadan işeyebilirim."

Barmen uzun uzun bu işin altında nasıl bir üç kağıt olabileceğini düşünmüş; bulamayınca birazda meraktan iddiayı kabul etmiş.

Salonun en uzak köşesine bir şişe yerleştirmişler ve adam işemeye başlamış. Değil etrafa bir damla damlatmamak; ortalığı tam anlamıyla berbat etmiş.

Barmen paralını kurtarmanın sevinciyle olduğu yerde zıplamaya başlamış. Biraz sakinleşince adama dönüp;

"Kesinlikle kaybedeceğini bile bile neden böyle bir iddiaya girdin?" diye sormuş.

"Kaybettiğimi de nerden çıkardınız?" deyince adam;

"Şu karşı masada oturan iki asık suratlı adamı görüyor musunuz? İşte onlarla "barın orta yerine işerim, barmen de sevinçten zıplar" diye 5'er bin lirasına iddiaya girdim"

28 Haziran 2010 Pazartesi

fener...

Temel ile Dursun iki katlı bina yaparlar. Birinci katı tamamladıktan sonra evleri olmadığı için orada kalmaya karar verirler.
Yaz mevsimi olduğundan yattıkları yere sivrisinekler dolar. Bunlar da sineklerin kendilerini sokmaması için yorganı başlarına kapatırlar.
Yorucu bir iş gününün sonunda yine yatma zamanı gelir, Temel'le Dursun yorganı başlarına çekerek yatarlar. Bu arada odaya ateş böcekleri girer.
Başları yorganın içine gömülü şekilde yatarlarken Temel bir ara başını dışarı çıkarıp ateş böceklerini görünce tekrar aceleyle yorganın içine gömülür. Dursun’u dürter:
- "Ula, ula Dursun! Ha bu sivrisinekler ellerine fener almişlar bizi arayiler"

27 Haziran 2010 Pazar

ASTRONOTLAR..

Temel emri altındaki astronotları yanına çağırıp, ertesi gün çıkacakları Mars yolculuğu hakkında son talimatları verir ve bu zor yolculuğun öncesinde uyumak üzere evlerine gitmelerini söyler. Her iki astronot da, talimata uyup evlerine giderler. Dursun tam uyumak zereyken telefon çalar. Arayan Temel'dir.
- "Alo, Dursun. Ben Temel. Uyudun mi?"
- "Henuz deyul."
-"Pen çok heyecanliyum. Uyku tutmadi. Sağa da uyarsa, penumle pirlikte içmeye ne dersun? Uzun sure içki içemiyeceğuz..."
- "Ok."
Bir saat sonra Temel ve Dursun buluşurlar, bir bara girip içki söylerler. Barmen tam içkiyi verirken ikisine de dikkatlice bakar.
- "Hey men. Sizi tanıdım. Yarın Mars'a gidecek astronotlarsınız. Size içki verdiğim ortaya çıkarsa bir daha Dallas'ta ekmek yiyemem ben. Kusura bakmayın."
Temel ve Dursun barmenle tartışmalarına rağmen o barda içki içemezler. Başka barlarda şanslarını denerler; ama TV programlarını sürekli izleyen barmenler onları her seferinde tanırlar ve içki vermeyi reddederler. Marketlerde kapalıdır. Tam eve dönmeye karar verdiklerinde Dursun’un aklına bir fikir gelir.
- "Yahu Temel, pizum uzay roketine koyduklari yakitin kokusuni hatirlayimisun. Ayni viski cibiydi. Istiysen ondan icelum."
Birlikte uzay üssüne girerler. Kontrol etmek bahanesiyle yakıt tankının yanına gelirler. Kimse şüphelenmez. Temel ve Dursun yakıt tankından aldıkları yakıttan birer ikişer kadeh içerler; sonra da evlerine giderler.
Dursun tam uyumak üzereyken telefon çalar. Arayan yine temel’dir.
- "Alo Dursun. Yine pen. Rahatsiz ettum kusura pakma ama sağa pi şey sormak istiyrum. Karnin agriyri mi?"
-"He. Hem de cok."
- "Peçi. O zaman sakun osurayum teme. Seni TOKYO'dan arayrum."

Diyafon..

Delikanlı sevgilisini akşam eve bırakır. Evin önünde masum bir fısıltıdan sonra ateşlenir. Bir elini duvara dayayarak;
- ”Beni öper misin”.. ??
Kız:
- "Deli misin evin önünde annemler görür"
Erkek:
-"Ne olacak canim bu saatte kim görecek, ne olur… seni çok seviyorum...
Kız:
- "Ben de seni… ama olmaz..."
Erkek çok ateşli tabi devamlı ısrar eder. Bir ara aniden merdivenlerin ışığı yanar ve kızın küçük kız kardeşi belirir.
Küçük kız:
- "Babam diyor ki; Öpecekse öpsün, gerekirse ben öpecekmişim, o da olmazsa kendisi gelecekmiş ama o hayvan oğlu hayvana söyle, elini Diyafon düğmesinden çeksin dedi.''

26 Haziran 2010 Cumartesi

FOSİLİN YAŞI

Bir gün bilim adamları mağarada 1.580 yaşında bir insan fosili bulurlar ve bu fosili dünyanın istihbarat teşkilatlarını denemek amaçlı kullanmaya karar verirler.
Önce Japon'ların istihbaratı mağaraya girer ve 15 dakika sonra dışarı çıkarlar ve bu fosilin yaşı 1.400 ila 1.600 arasında derler.
Daha sonra Amerika'dan FBI girer ve 12 saat sonra baya bi havalı şekilde çıkarlar. Bu fosilin yaşı 1.500 ila 1.600 derler.
Daha sonra Rus’ların istihbaratı gelir ve sırf Amerikalılara inat içerde 2 gün kalırlar. Daha sonra çıkarlar ve bu fosilin yaşı yaklaşık olarak 1.500 ila 1.550 arasında derler.
Son olarak bizim MİT girer ve aradan bir hafta geçer mağaradan ses yok 1 ay olur ses yok 1.5 ay olur ses yok, dışarıda bir gazeteci topluluğu beklemeye başlar tam içeri girilmesi düşünülürken bizimkilerden biri dışarı çıkar. Yaka paça dağılmış gömleğin yarısı dışarıda... Sigarası için bir ateş ister sigarasını yakar o sırada gazeteciler heyecanla sorarlar.
-İçeride çalışmalar nasıl efendim fosilin yaşını bulabildiniz mi?
Bizimki sigaradan bir fırt çeker ve:
-Fosilin yaşı tam olarak 1.580 der. Bunu duyan gazeteciler şaşkınlıkla sorarlar:
-Nasıl becerdiniz bunu fosilin yaşını tam olarak tahmin ettiniz derler.
Bizimki sigaradan derin bir nefes çeker ve derki:
-Zor oldu ama konuşturduk pezeve**i...

24 Haziran 2010 Perşembe

CENNETLİK

Adamın biri kafaya takmış. Öldüğünde mutlaka cennete gidecek. Sormuş, soruşturmuş, araştırmış bu nasıl mümkün olabilir diye.

Bilgeler, hiç günah işlememesini, mümkün mertebe başkalarına yararlı olabilmek için çalışmasını ve ibadetini de tam olarak yerine getirmesini öğütlemişler.

Adamcağız söylenenleri bütün yaşamı boyunca aynen uygulamış. Ve günün birinde vakit saat gelince de ahrete göçmüş.

Adamımızı orada melekler karşılamış. Hemen kimlik tespiti yapılmış, defteri açılmış ve durumu anlaşılmış.

- Tamam. demiş melekler “sen cennetliksin. Seni cennetin 6. katına koyacağız.”

Malum cennet 7 katlı. Arkadaşı 6. kata yerleştirmişler.

Fakat garip bir durum var ortada. 6. katta kimsecikler yok.

Adam camdan aşağıya doğru bir bakmış.

5. katta birkaç kişi var,

4. katta daha fazla,

3 katta daha da fazla,

2. katta daha daha fazla

ve en kalabalık 1. kat.

- “Vay be” diye düşünmüş kendi kendine. “Ben ne kadar makbul bir kişiyim ki benim ayarımda hiç kimse yok.”

Merak edip birde yukarı bakmak istemiş. Ne görsün.

7. kattan bir at bakıyor.

“Bu nasıl iş” diye merakla görevliye koşmuş ve sormuş.

- Yahu bu atın orada ne işi var.?

Görevli gayet sakin cevaplamış.

- O at sağlığında insanlığa çok büyük hizmette bulundu. O yüzden orada.

Adamımız daha da meraklanmış. “Nasıl bir hizmettir bu” diye sorunca görevli izah etmiş.

- O at sağlığında Recep Tayyip Erdoğan'ı sırtından atarak insanlara ne yapılması gerektiğini gösterdi.

Para üstü...

Süpermarkette kasada çalışan sarışın fıstık kat amirinden;

"Çok kötü görünüyorum gidip kendime çeki düzen vermeliyim" diye izin istemiş..

"Saçmalama.." demiş amiri, "Çok güzel gözüküyorsun.."

"Hayır biliyorum" demiş sarışın fıstık;

"Erkek müşteriler paralarının üstünü saymaya başladılar!.."

18 Haziran 2010 Cuma

Çiftçinin armutları

Çiftçi çok kötü bir yıl geçirmiş…

Ektiği bütün mısırlar perişan olmuş, buğday deseniz öyle, elinde satabileceği tek geçinebilme ümidi armut var.

Doldurmuş sepete tutmuş şehrin yolunu. Karşısına çıkan ilk evin kapısını çalmış, kapıyı tamamen içini gösteren tülden sabahlık giymiş bir sarışın açmış, Seksi bir ses tonuyla 'Evet tatlım..' demiş, 'Senin için ne yapabilirim?..'

Bir an şaşkınlığından kurtulup 'Satılık çok güzel armutlarım var..' demiş çiftçi…

Adamın heyecanlandığını hisseden afet oyununa devam edip sabahlığın üst kısmını açıp 'Armutların bu kadar iri ve sert mi?..' diye sormuş…

'Ahh.. Evet.' demiş çiftçi inleyerek, 'Gerçekten çok güzeller..'

Sabahlığın kemerini tamamen açıp bütün vücudunu göstermiş fıstık,

'Bu kadar iştah açıcı mı armutların?..

'Başlamış çiftçi ağlamaya..

'Neden o gözyaşları bir tanem?..'

'Bayan..' demiş çiftçi hıçkırarak,

'Süne zararlısı' buğdayı perişan etti,

'Kımıl iti' mısırı berbat etti,

O......un teki de armutları bedava alacak…

Ben ağlamayayım da kimler ağlasın?..

Telefon.

Fıkra bu ya; Kraliçe Elizabeth, Obama ve Tayyip Erdoğan ölmüşler ve doğruca cehenneme gitmişler.

Bir gün Kraliçe Elizabeth:

- Ben Britanya'yı çok özledim. Britanya ile konuşmak istiyorum. Bakayım ne yapıyor herkes diyerek telefonu açmış ve 5 dakika konuşmuş ve sonra da Şeytana dönüp;

- Borcum ne? demiş.

Şeytan:

- 5 milyon dolar, diye cevap vermiş.

Kraliçe vakur bir edayla, derhal bir çek yazmış ve geçmiş koltuğuna oturmuş.

Obama, sıranın kendisinde olduğunu söyleyerek:

- Ben de ABD'yi özledim. Herkes ne yapıyor, bilmek istiyorum, diyerek O'da almış telefonu ve 2 dakika konuşmuş, sormuş şeytana:

- Borcum ne kadar? Şeytan:

- 10 milyon dolar, demiş.

Obama rakama çok bozulmuş ama o da bir çek yazmış ve geçmiş sandalyesine oturmuş.

Sıra Tayyip Erdoğan’a geldiğinde:

- One minute, One minute, Ben de Türkiye'ye telefon açmak istiyorum. Bakanlarımla, yardımcılarımla, parlamentodaki herkesle konuşmak istiyorum. diyerek Türkiye'yi aramış ve yaklaşık 20 dakika konuşmuş, konuşmuş, konuşmuş. Sonra da Şeytana sormuş:

- Benim borcum ne şimdi?

Şeytan;

- Yirmi dolar, demiş.

Erdoğan şaşırmış:

- Yirmi dolar mı? O kadarcık mı?

Şeytan cevap vermiş;

-Evet. Eğer bir cehennemden diğerini ararsan, şehir içi konuşma oluyor.


17 Haziran 2010 Perşembe

Tez

Bir Tavşan önüne bir daktilo almış, tak tuk tak tuk bir şeyler yazıyor.

Oradan geçen bir Tilki:

- Hey Tavşan, ne yazıyorsun?

- Doktora tezimi yazıyorum.

- Ha öyle mi, çok güzel, ne hakkında?

- Tavşanların Tilkileri nasıl yedikleri hakkında.

- Yok canım, olur mu öyle şey, hiç Tavşanlar Tilki yerler mi?

- Olur canım, gel istersen, sana ispat edeyim.

Beraberce Tavşanın yuvasına girerler. Biraz sonra Tavşan tek başına çıkar ve yine daktilosunun başına geçer, tak tuk bir şeyler yazmaya devam eder.

Daha sonra oradan geçen bir Kurt, Tavşanı görür.

- Hey Tavşan, ne yazıyorsun?

- Doktora tezimi.

- Ne hakkında?

- Tavşanların Kurtları yemesi hakkında.

- Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır?

- Gel istersen göstereyim...

Yine beraberce yuvaya girerler. Tavşan biraz sonra tek başına dışarı çıkar.

Tavşanın yuvasını merak mı ettiniz?

Manzara şudur:

Bir köşede Tilkinin kemikleri...

Bir köşede Kurdun kemikleri...

Diğer köşede ise bir Aslan, kürdanla dişlerini temizliyor!

ANAFİKİR VE SONUÇ:

Doktora tezi yapmak için tezin (ERGENEKON) önemi yoktur.

Konunun (Ulus devleti parçalayıp uydu din devletine dönüştürmek.) da önemi yoktur.

Önemli olan, tez danışmanındır (ABD).

Haydi, tavşan kimmiş? onu da siz bulun.

13 Haziran 2010 Pazar

DAMAT DEDİĞİN

Zengin bir iş adamının kızı, kendisiyle evlenmek isteyen erkek arkadaşını anne ve babasıyla tanıştırmak için evlerine yemeğe çağırdı. Yemekten sonra zengin iş adamı damat adayıyla baş başa konuşmak istedi ve onu çalışma odasına götürdü.
Senle şöyle erkek erkeğe konuşalım yavrum, dedi.
- Evlendikten sonra aileni geçindirmek için ne iş yapmayı düşünüyorsun?
Damat adayı duraksamadan yanıt verdi:
- Aslında benim elimden her iş gelir efendim, evlendikten sonra bir yerde kesinlikle bir iş bulurum. Sonra da nasıl olsa, Tanrı yardım eder.
Damat adayının bu yanıtını kuşkuyla karşılayan iş adamı, bu kez daha somut bir soru sordu:
- Peki içinde kızımı oturtabileceğin bir eve nasıl sahip olmayı düşünüyorsun?
Damat adayı yine duraksamadan cevap verdi:
- Ben aslında çok çalışkan bir insanımdır, dedi. Gece gündüz demez çalışır, para biriktiririm. Sonra da nasıl olsa Tanrı yardım eder, bizde bir ev sahibi oluruz.
Kız babasının neşesi iyice kaçtı. Bu kez sesini yükselterek sordu:
- Peki oğlum illerde çocuklarınız olunca onlara nasıl bakacaksınız?
Damat adayı o soruyu da yanıtladı:
- Biraz önce söyledim ya, gece gündüz çalışır kazandığım tüm parayı biriktiririm. Sonrada nasıl olsa Tanrı'nın yardımıyla çocuklarımızı büyütürüz.
Damat gittikten sonra kızı koşarak babasının yanına geldi:
- Damadını beğendiğini gözlerinden anlıyorum babacığım, lütfen söyler misin onun en çok neyini beğendin?
Babası kızının yüzüne dik dik baktı:
- Onun en çok hoşuma giden yanı benim hakkımdaki görüşü, dedi ve ekledi:
- Beni Tanrı sanıyor !..

12 Haziran 2010 Cumartesi

selam

Öğrencinin biri Mısır'da üniversite okuyormuş.
Yazılılar bittikten sonra sömestr tatili olmuş. Arkadaşı Ali'ye,
"ben memleketime gidiyorum; sen bana notlarımı iletirsin: Eğer bir zayıfım varsa Ali'nin selamı var, iki zayıfım varsa Muhammed'in selamı var, üç zayıfım var ise Muhammet Emin'in selamı var dersin" demiş.
Arkadaşı notlara baktıktan sonra evini aramış, babası çıkmış telefona.
"Ali orada mı?" diye sormuş; babası, "yok" demiş, o da notu bırakmış:
- Ali geldiğinde söyleyin, ümmeti Muhammed'in selamı var.

Zorla güzellik olmaz.

Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış alamamış olduklarını fark ederler. Bağış toplama görevini ifa eden kişi zengin avukatın ofisine giderek bağışta bulunması için avukatı ikna etmeye çalışır:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 Dolar. Ancak bugüne kadar hiçbir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat bu soru karşısında sinirlenir:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, erkek kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkum olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız geride bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmiştir utancından, suratı kıpkırmızı olur. Sadece, ”Hayır, bunların hiçbirini bilmiyorduk. ..” diye mırıldanabilir. Avukat onun sözünü keserek devam eder:

”Pekala, ben onlara zırnık para koklatmazken size niçin vereyim?"

9 Haziran 2010 Çarşamba

Yumurtanın faydaları

Ünlü bir bestekâr bir yandan beste yaparken diğer taraftan üç-beş kuruş kazanmak için bazı zengin çocuklarına musiki dersi verirmiş.

Öğrencilerden biri bir gün;

- ''Hocam, sabahları aç karnına çiğ yumurta içmenin sesime çok faydası varmış. Ben bir haftadır bunu yapıyorum. Sesimdeki değişikliği fark ettiniz mi?'' diye sormuş.

Bestekâr;

- ''Oğlum, der.. İç... Hiçbir zararı yoktur!''

Bir süre sonra oğlan;

- ''Hocam, annem de çiğ yumurta sayesinde sesimin çok güzelleştiğini söyledi. Siz de farkındasınız, elbette..''

Bestekâr çaresiz... Bet sesli oğlanı atsa olmayacak, neticede ekmek parası...

-''Oğlum… der. Yumurtanın zararı yoktur... İçebilirsin...''

Bir süre sonra oğlan yine aynı konuya girince, bestekâr dayanamaz...

-''Ulan, eşek oğlu eşek... der. Yumurtada keramet olsaydı, tavukgötü bülbül gibi öterdi!''

8 Haziran 2010 Salı

Tedbir...

Yüzü gözü mosmor bir kadın doktora gider.
Doktor: Ne oldu size?
Kadın: Doktor Bey, ne yapacağımı bilemiyorum. Kocam ne zaman içip de eve sarhoş dönse beni gebertene kadar dövüyor.
Doktor: Bu konuda size çok işe yarayan bir çözümüm var hanımefendi. Kocanız sarhoş olarak eve geldiğinde elinize bir bardak şekerli çay alın ve kocanız yatıp uyuyana kadar ağzınıza alacağınız bir yudum çayı ağzınızın içinde sürekli dolaştırın...
İki hafta sonra, aynı kadın, eli yüzü düzgün şekilde doktoru ziyaret eder.
Kadın: Evet doktor, harika bir çözümdü bu. Kocam eve sarhoş geldiği her seferinde, yatıp uyuyana kadar ağzıma bir yudum çay alıp ağzımı çalkalar gibi ağzımda dolaştırdım ve kocam bana hiç dokunmadı.
Doktor: Gördünüz mü, ağzınızı kapalı tutmak ne kadar çok işe yarıyor...

kekeme..

Kayıt anında...

Müdür sorar : Oğlum adın ne?

Çocuk : Me me mehmet Ya ya ya yakut

Müdür : Oğlum kekeme misin sen?

Çocuk : Hayır, babam kekemeydi. Nüfus memuru da o... çocuğuymuş!

6 Haziran 2010 Pazar

Yaz kızım

Boşanma davasında kadın, hakime talebini gerekçesi ile açıklamış:

- "Sayın hakim, çocuğun bende kalmasını istiyorum. Onu dokuz ay karnımda taşıdım."

Hakim kocaya sormuş:

- "Karınızı duydunuz. Bir diyeceğiniz var mı?"

Adam "Var tabii" demiş ve anlatmış:

- "Sayın hakim; Farz edelim ki canınız bir kutu soğuk kola istedi. Makineye parayı attınız ve kola geldi. Şimdi bu kola makinenin midir, yoksa parayı deliğe atanın mı?"

Hakim katibe dönmüş:

- "Yaz kızım. Çocuk babada kalacaktır..."

Gecesi 200 dolar

Adam barda gördüğü güzel bir bayanla konuşmanın yollarını arıyordu. Sonunda cesaretini toplayarak kıza yaklaştı ve;

- "biraz konuşabilir miyiz, acaba?" dedi.

Kız birden haykırdı:

- "Terbiyesiz! Ben senin bildiğin kızlardan değilim!"

Adam utancından yerin dibine girmişti.

Herkes ona bakıyordu.

Gitti ve masasına oturdu.

Bir süre sonra kız ona yaklaştı ve gülümseyerek;

- "Az önceki olay için özür dilerim. Ben psikoloji öğrencisiyim ve utandırıcı durumlarda insanların nasıl davrandıklarını inceliyordum." dedi.

Adam avaz avaz bağırarak cevap verdi:

- "Neeee? Gecesi 200 dolar mı? Deli misin sen?"

HAYDİ, SARIL ONLARA VE MUTLU OL…

Karı-koca yatağa giriyorlar, tansiyonlar yükseliyor, sevişmeye hazırlanıyorlar. Ancak kadın durup dururken;

- "Dur, canım istemiyor, sadece bana sarıl" diyor.

Adamcağız, "Neden?" deyince Karısı:

- "Bir kadın olarak sevgi ihtiyaçlarımı anlamıyorsun" diyor.

Adam, sevişemeyeceklerini anlıyor ve kadının istediğini yapıyor.

* * *

Ertesi gün adam, karısını çok güzel bir mağazaya götürüyor ve alış veriş yapıyorlar...

Kadın, 3 tane pahalı kıyafet deniyor ama karar veremiyor. Adam, karısına hepsini almasını söylüyor. Sonra, $200'dan 3 çift ayakkabı da alıyor.. Sonra, pırlanta küpeler alıyor. Kadın heyecanlanıyor, mutlu oluyor.. Kocasının delirdiğini düşünüyor ama umurunda değil, pırlanta kolye de alıyor. Kocası;

"Kolye sevmezsin sen ama bunu beğendiysen, alabilirsin" diyor.

Kadın zıplıyor, yerinde duramıyor mutluluktan.

"Hazırım, kasaya gidelim" diyor kadın.

Kocası: "Hayır, hayır bunları satın almayacağız ki" diyor.

Karısının yüzü bembeyaz oluyor...

- "Tabi almayacağız, bunlara sadece sarılmanı ve mutlu olmanı istiyorum!"

4 Haziran 2010 Cuma

Yeni evliler...

Yeni evliler gerdeğe girmişler…

Erkek pantolonunu dikkatle çıkarmış, geline uzatmış…

"Giy bunu" demiş…

Kız denemiş… Bel iki misli… Düşmüş ayaklarına pantolon…

"Senin pantolonunu giyemem" demiş, gelin…

"Tamam" demiş, erkek…

"Bunu aklından hiç çıkarma… Bu evde pantolonu ben giyerim…"

" Yani benim borum öter!."

Gelin o sırada soyunmuş.

Üzerinde kalan son parçayı da sıyırmış paçasından ve erkeğe uzatmış…

"Sen de bunu dene…"

Denemiş erkek.. Minnacık tanga ancak dizlerine kadar gelebilmiş adamın…

"Olmuyor" demiş, erkek…

"Senin kilotunun içine giremiyorum…”

"Tamam" demiş, yeni gelin…

"Bu tavrın devam ettiği sürece, hayat boyu da giremezsin…"

"Bunu hiç aklından çıkarma.."

TEMEL BU....

Temel'in kötü bir alışkanlığı da vardır, sürekli içki içmektedir.

Avrupa’da bir gün bir bara girip barmenden üç bira ister ve hepsini içer. Üç-beş defa böyle yapınca barmen merak eder ve sorar;

-"Niye hep üç tane bira içiyorsunuz?

Temel cevap verir;

-"Ben, Dursun ve Hamdi bizler üçüzüz. Hepimiz dünyanın farklı yerlerindeyiz. Hepimizde bara girdiğimizde birbirimizin yerine bira içeriz, öteki iki birayı o yüzden içiyorum" der.

Yine günlerden bir gün Temel bara gelir ve iki bira ister, barmen verir. Temel biraları içtikten sonra tam kalkarken barmen sorar;

-"Allah rahmet eylesin efendim, kardeşinizin biri öldü herhalde?" deyince Temel cevap verir;

-"Hayır ben içkiyi bıraktım da.."

3 Haziran 2010 Perşembe

Papa ile Moiz

Birkaç yüzyıl önce Papa bütün Yahudiler’in Roma’yı terk etmeleri gerektiğine karar verir. Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir.

Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumunun bir üyesi müzakere yapma fikri önerilir.

Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler.

Yahudiler çaresiz kabul eder ve temsilci olarak Moiz’i seçerler.

Ancak Moiz’in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakerede, konuşmak yerine, sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif ederler.

Papa kabul eder. Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar ve karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak üç parmağını gösterir.

Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır.

Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir.

Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir.

Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca, Moiz de bir elma çıkartır.

Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak:

“Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler” der.

Müzakere sonrasında Papa’nın etrafına toplanan kardinaller ne olduğunu sorduklarında, Papa:

- Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her üç dinin de tek Tanrı’yı tanıdığını söyledi.

- Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek Tanrı’nın bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde, o da oturduğu yeri işaret ederek Tanrı’nın onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti.

- Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp Tanrı’nın bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da, hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı.

Herifin her şeye bir cevabı var. Ne yapabilirdim ki?

Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz’in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı.

Moiz:

- Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi.

Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim.

Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi.

Ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim.

- Sonra ne oldu? diye kalabalık heyecanla sordu.

- Valla, sonrasını ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım.

Hepsi bu!

* * *

İNSANLARIN NE KONUŞTUĞU DEĞİL, NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR.

YA SENİ ANLAYAN BİRİ İLE KONUŞ, YA DA ANLAŞILMIYORSAN SUS Kİ, KONUŞTUĞUN KİŞİYE BİR DE KENDİNİ ANLATMAK ZORUNDA KALMAYASIN!

1 Haziran 2010 Salı

Alkış...

Çok güzel bir genç kadın bir gece kulübünde striptizci olarak iş bulmuştu.
İlk kez sahneye çıkacağı için çok heyecanlıydı. Ancak ışıklar üzerinde parlar parlamaz öyle bir alkış tufanı koptu ki, heyecanı hemen yatıştı.
Üzerindeki elbiseyi çıkardıktan sonra, alkışlar biraz azaldı. Çoraplarını çıkardıktan sonra ise alkış seslerinde biraz daha azalma oldu. Sutyenini çıkardığında salondan tek tük alkış sesleri geliyordu.
Nihayet, üzerinde kalan son giysi parçasını da çıkarıp attı.
Artık salondan tek bir alkış sesi bile gelmiyordu.
Vücudunun güzelliğinden son derece emin olan genç kadın şaşkınlık içerisinde ön masada oturan bir adama yanaşarak sordu:
- "Şey acaba vücudumu beğenmediniz mi?"
Adam heyecandan soluyarak:
- "Nereden çıkardınız bunu?" dedi.
- "Ne bileyim. Ben soyundukça alkışlar kesildi de...”
- "Tabi kesilecek" dedi adam.
- "İnsan tek elle nasıl alkış tutabilir ki?"