30 Ekim 2011 Pazar

Orasını Allah bilir..

Şarap yapmak yasaklanmış; sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi vuruluyordu.

Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurdu. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşinin küpleri başına geldiğinde, hiddetle sordu:

-Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu?

Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile cevap verir:

-Dolduruyorum ki, orada sirke olsun.

Hükümdar, biraz yumuşayarak yeniden sordu:

-Sirke dersin ama, ya şarap olursa!

Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi cevabı yapıştırdı:

-Orasını Allah bilir!..

23 Ekim 2011 Pazar

Düello...

Adamın biri işten eve geldiğinde bir bakmış ki, karısı onu aldatıyor... Hemen tabancasını almış ve öteki adama:

-'Madem karımı istiyorsun onu benden erkek gibi al. Seni düelloya davet ediyorum'

Öteki adam bunu kabul etmiş, ikisi birlikte yandaki odaya girmişler kapıyı kapatmışlar, sonra kadının kocası öteki adama fısıldamış;

-'Aslında kimsenin canının yanmasına gerek yok, ikimizde havaya ateş edelim sonra ölmüş gibi yere yatalım, karım ilk önce hangimizin yanına koşarsa en çok sevdiği odur'...

Anlaşmışlar… her ikisi de havaya bir el ateş edip hemen kendilerini yere atmışlar... Kadın silah sesini duyar duymaz koşarak içeri girmiş... Yerde yatan iki adama göz ucu ile şöyle bir bakmış ve dönüp içeriye seslenmiş…

-'Hayatım artık çıkabilirsin, ikisi de öldü..!

19 Ekim 2011 Çarşamba

Değişim..

Körfez Savaşı'ndan önceki yıllarda, Amerikalı bir bayan gazeteci, kadınlarla erkeklerin toplumdaki yeri hakkında bir yazı dizisi hazırlamak üzere Kuveyt'e gitmiş...

Gözlemleri sırasında tek dikkatini çeken, kadınların kocalarının 5 Adım gerisinden yürüdükleriymiş...

Yıllar sonra aynı gazeteci yeni bir yazı dizisi için tekrar Kuveyt'e gittiğinde, bir de bakmış ki… bu sefer KADINLAR önden gidiyor, kocaları 5 Adım arkalarından geliyor...

Gazeteci bayan çok şaşırmış, hemen bir kadına yaklaşıp sormuş:

- Gördüğüm inanılmaz bir gelişme... peki ama bu değişikliğin nedeni nedir?

Kuveytli kadın yanıt vermiş:

- Mayınlar!!..

18 Ekim 2011 Salı

ALLAH ADAMI TATMİNDEN KORUSUN..!

Garsona patlıcan kızartması, fava, beyaz peynir, kavun ve bir duble rakıyla tonik söyledim.
Tonikle rakı “Ne alaka?” diye soracaksınız. Şu alaka, rakıyı suyla sulandırıp karşıma koyuyorum ve ona baka baka tonik içiyorum..!
Tam ikinci duble toniğimi yudumlarken yaşlı garson,
- "Afiyet olsun Oğuz'cuğum..." dedi. Ben, bu sesi hatırlar gibiyim. Surat da yabancı değil diye düşünürken garson gülümseyerek,
- "Beyoğlu Erkek Lisesi, 627 Ercan..." dedi.
Tabii yahu, bu bizim Hafız Ercan... Hafızlığı da bütün kitapları sular seller gibi hıfzetmesinden geliyor. Sınıfın yarısı onun verdiği kopyaların yüzü suyu hürmetine okulu bitirmişti.
Sordum:
- "Sen, mezun olduktan sonra İktisat Fakültesi'ne gitmemiş miydin?"
- "Evet, gitmiştim..."
- "Ne oldu peki, bitiremedin miydi?"
- "İkincilikle bitirmiştim."
- "Öyleyse bu garsonluk niye?"
Ercan, “Uzun hikaye..!” deyip bir koşu köşe masanın mezelerini götürdü.
Okuldan sonra Ercan'ı hiç görmemiştim. Ama büyük bir işadamı olduğunu gazetelerde okuduğumu anımsadım.
Hatta, ismine vergi rekortmenlerinin arasında bile rastlamıştım. Ayrıca gazetelerin magazin sayfalarının da gediklisiydi. Yanında hep sosyeteden bir dilber bulunurdu.
Herif bu yaşta bile hala yakışıklıydı. Ama düşmez kalkmaz bir Allah... Bizim Hafız, onca varlıktan sonra şimdi garsonluk yapıyordu.
Bir ara servis tabağımı değiştirmek için Ercan yine yanıma geldi.
- "Vah vah, demek şirketini batırdın?"
- "Hangi şirketi mi? İthalat-ihracatı mı soruyorsun?"
- "Tamam onu..."
- "Ne batması yahu, Yugoslavya'dan deri alıp, dikip Almanlara satıyordum. Sonra, bizim piyasadan zeytinyağı toplayıp İtalyan etiketiyle İngiltere'ye ihraç ediyordum..."
- "İtalyanlar hır çıkarmıyor muydu?"
- "Bayılıyorlardı bile... Şişe başına yüzde 5 patent parası ödüyordum. Karşılığında İngilizlerden iplik ithal edip dokutuyordum. Biliyorsun bizde işçilik ucuz. Sonra, İngiliz kumaşı fiyatına Amerika'ya ihraç ediyordum. O şirketin yıllık cirosu 300 milyon doları buluyordu."
- "Sonra ne oldu?"
- "Şirketi Sabancı'ya sattım."
- "Niye be, altın yumurtlayan tavuk satılır mı?"
- "Ne yapayım sıkıldım."
- “Hey garson, bana bir duble rakı daha getir” diye seslenmeleri üzerine Ercan başka masaya koştu.
Kafam iyice karışmıştı. O karışıklık arasında tonik yerine rakı bardağına saldırmışım. Daha birinci fırtta Dr. Deniz Şener'in ayıplayarak bakan yüzü gözümün önüne geldi. Süklüm püklüm bardağı masaya bıraktım. Peki ama bu herif, onca parayı kaybetmeyi nasıl becermişti? Yanımdan geçerken ceketinin eteğine yapıştım.
- "Yoksa kumar mı oynadın?"
- "Kumarı severim doğrusu... Ama aptal kartlarla ya da ruletin keçi pisliği kadar topuyla kumar oynamam. Hele bir atın dört sıska bacağına beş kuruş yatırmam. Sadece geçen yıl Borsa'da kazancım 6 trilyonu bulmuştu."
O sırada kasada oturan meymenetsiz şişko herif:
- "Seni buraya çene çalasın diye almadık be... Dört numaralı masa yarım saattir hesap bekliyor. Zaten kabahat acıyıp da morukları işe alanda..!" diye homurdanmaya başladı.
- "Kusura bakma Oğuz'cuğum. Bugün tek başıma çalışıyorum. Pinti herif, mutfaktan köfte aşırıyorlar diye iki komiyi de işten attı..."
Ercan, arı gibi çalışırken ben de kafayı çalıştırıyordum. Bizim Hafız, ne etmişti de batıp garsonluğa razı olmuştu?..
Sonunda buldum... Şu meşhur kriz!.. Evet, mutlaka krizde batmıştı.
Yüzlerce fabrika, dükkan, işyeri krizde kapanmamış mıydı?..
Sabancı bile: "üçte bir fakirleştik..." demişti.
Geç olmuş, müşteriler yavaş yavaş gitmeye başlamışlardı. Ben, lanet patronun gönlü olsun diye kalamar, midye tava, karides ve içmeyeceğim bir duble rakı daha söyledim. Meraktan çatlayacaktım...
- "Krizden birkaç fabrikam ve şirketim etkilendi doğrusu... Ama 3 ihracat şirketim dolarla çalıştığı için Lira'nın düşmesi sonucu açıktan 450 milyon dolar filan karım oldu. Tabii, turistik otel zincirimi saymıyorum. Onlar da dövizle iş yapar..."
- "Yoksa bütün paranı kadınlara mı yedirdin?"
- "Senin hesap kitaptan tıntın olduğun daha lisedeyken belliydi... Yahu, kadınlardan bin kişilik bir harem taburu kursam, hepsine kürk, mücevher, Rencrovır filan alsam 6 aylık kazancımı harcayamam. Ayrıca bende kadınlara para yedirecek hal var mı?.. Gençliğimde bana "Toni Körtis Ercan" derlerdi biliyorsun..."
- "Hala fena değilsin..."
- "Üstelik hala da elim ayağım tutuyor. İlk eşim Tütüncügiller'in tek varisiydi. İlk sermayem ondandır. İkincisinin Boğaz'da 4 yalısı vardı. Bu arada zamanın ne kadar ünlü artisti, şarkıcısı varsa aşka düşüp benim kervana katıldılar. Şimdiki ise adını vermeyeyim, ünlü bir çıtır manken... Benden tam 42 yaş da küçük..."
- "Pekiyi be birader, para sende kadın sende!.. Ama ne halt etmeye gece yarıları böyle salaş meyhane köşelerinde sürünüyorsun?"
- "Doyumdan... Yani tatminden..!"
- "Ne tatmini?"
- "Aşk ve iş tatmini... Yaşama başlarken mutlu olmak için aşkta ve işte başarılı olmak gerektiğini öğrenmiştim. Çünkü insanoğlunun başına ne bela geldiyse tatminsiz heriflerden gelmiştir. Aşkında ya da işinde başarısız kişiler tatmin olamazlar. Tatminsiz insan mutsuzdur. Mutsuz insan çevresini de mutsuz eder..."
- "Ama sen başarılısın."
- "Evet başarılıyım ama fazla başarılıyım. Fazla doyum da ayrı bir bela... Bir süre sonra amacın, hedefin, hayallerin kalmıyor. Bütün hayallerin gerçek olmuş. Özleyeceğin hiçbir şeyin yok. Hiç hata yapmamışsın. Son damlasına kadar sıkılmış limona dönmüşsün. Güne başlarken yüreğinde minicik bir heyecan kıpırtısı bile duymuyorsun. Yataktan bile çıkmak istemiyorsun. Para ve kadın bütün cazibesini yitirmiş. Hiç olmazsa burada müşterilerle ve patronla boğuşup kendimi yaşama ait hissediyorum. Biraz daha genç olsaydım hamallık yapmak isterdim. Dünya gelişmişse doyumsuzlar sayesinde gelişmiştir..."
Vedalaşıp ayrıldım lokantadan... Aradan birkaç ay geçti. Ercan'ın derdini hala anlamış değilim. Bizim Hafız herhalde kafayı üşütmüştü.
Geçenlerde yine uğrayıp "bizim oğlan" ne haldedir diye o salaş meyhaneye gittim. Meyhane yerinde yoktu. Salaş meyhanenin yerinde neonlu, altın varak dekorlu lüks bir sosyete restoranı vardı. Kapıdaki amiral gibi giydirilmiş teşrifatçıya:
- "Garson Ercan hala burada mı çalışıyor?" diye sordum.
- "Bizde Ercan diye garson yok. Ama patronumuzun adı Ercan..." dedi.

Oğuz ARAL

16 Ekim 2011 Pazar

Aktif..

Adam geç yaşında yeniden evlenmeye karar vermiş ama yaşı seksenin üstünde. Kız da 22. Çocukları, torunları evlenmesin diye ikna etmeye çalışmışlar;
-Babacım bak yaşın ilerledi. Kalbin dayanmaz. diye.
Ama adamı ikna ne mümkün. Kimseyi dinlememiş, evlenmişler.
Gerdeğe girmişler… sabah olmuş, derken saat öğleni bulmuş, yeni evlilerden hala ses seda yok... Aradan birkaç saat geçtikten sonra kapı açılmış ve kız bitkin bir vaziyette dışarıya çıkmış. Yaşlı adamın oğlu endişe ile sormuş:
-Neler oldu? Babam iyi mi?..
Kız;
-Evet çok iyi... demiş... Ben yoruldum da, biraz mola verdik...
-Allah Allah! 85 yaşında bir adam, nasıl oluyor da bu kadar aktif olabiliyor?
Kız:
-Yok canım demiş... Aktif değil, adam bunak. Yapıyor unutuyor, yapıyor unutuyor!

Horoz..

Temelin bir çiftliği, çiftlikte de tavukları, horozları da varmış. Temel bir gün horozlardan birini kesmiş, bunu gören oğlu;

-Baba ne yaptın sen?

-Oğlum, o horoz çok tembeldi görevini yerine getiremiyordu, der.

Bir başka gün temel bir horozu daha keser ve oğlu yine aynı soruyu sorar. Temelde aynı yanıtı verir;

-Çok tembeldi görevini yapamıyordu.

Bu olay birkaç kez daha tekrarlanır. En son kümeste sadece çiftleştirmek için “Çilli Horoz” kalır. Onu da temelin oğlu keser.

Bunu gören Temel sinirli bir şekilde sorar;

-Ne yaptın oğlum? Sen kalan tek horozu kestin!!

-Baba, en tembel horoz buydu! Görevini yapamıyordu. Hep kendisini tavuklara taşıtıyordu!!.

Sünnet..

Laz’ın teki Ankara'da bir barda içerken cep telefonu çaldı, telefonunu açtı, bir o kulağına bir bu kulağına götürürken sevinçle bardaki herkese içki ısmarladı. Sonrada çevresindekilere karısının 15 kg.lık tipik bir laz bebeği doğurduğunu söyledi. Bardaki hiç kimse bir bebeğin 15 kg. gelebileceğine inanmadı fakat laz inat etti.
-Dediğim gibi, bizim oralarda ortalama bebek kilosu budur, benimki de tipik bir laz bebeği?
Dört bir yandan tebrikler yağdı; bardaki herkes lazı kutladı...
İki hafta sonra laz tekrar bara uğradı.
Barmen adamı tanıdı ve sordu;
-Sen şu 15 kg doğan bebeğin babası değil misin? Herkes bebeğin iki haftada kaç kilo olduğunu merak ediyor. Söyle bize, bebek kaç kilo?"
Baba gururla yanıtladı;
-10 kg.
Barmen şaşırmış ve meraklanmıştı;
-Ne oldu? Doğduğu gün zaten 15 kg.dı!!..
Laz baba içkisini başına dikti, ıslak dudaklarını koluna sildi ve Barmene doğru eğildi, gururla;
-Sünnet ettirdum!!

Yanımda getirdim..

Daha askerliğini bile yapmadan evleneceğim diye tutturan oğlunu ikna edemeyen baba en sonunda oğlunu yanına alıp köyde kız istemeye gider..

-Hüsmen ağa benim oğlan kızınla evlenmek istiyor.

-Başlık isterim.

-Ne vereceğiz?

-Beş tane altın bilezik, beş tane iyi sağılan inek ve bir de her yüke gelen bir eşek isterim.

-Eşeği zaten yanımda getirdim. Diğerlerini de evlendikleri gün veririz.

Adanalı civanım..

Eski günlerde Adanalı bir tüccar mal almak için İstanbul a gelmiş. İşini bitirdikten sonra da Sirkeci de bir lokantaya girip karnını doyurmak istemiş. Kapıdan içeri girer girmez içerideki bir papağan;
-Hoş geldin Adanalı civanım! diye seslenmiş.
Adanalı çok şaşırmış ve lokantanın sahibine;
-Bu kuş benim Adanalı olduğumu nasıl anladı? diye sormuş.
Lokanta sahibi;
-Her halde kılığından, kıyafetinden tanıdı ağam- demiş.
Adanalı bu kuşa bayılmış ve lokanta sahibinden papağanı kendisine satmasını istemiş. Lokantacı;
-Olmaz ağam, bu tektir. Sana satamam demiş.
Adanalı çok ısrar etmiş. Lokanta sahibi ne yapsın adamı başından savmak için;
-Sana bu kuşu satamam ama yumurtalarını satarım. demiş.
“Tamam” demiş Adanalı; Bana bu papağanın yumurtasından tam beş tane ver.
Ancak Lokantacıda değil beş, bir tane bile papağan yumurtası yok... Ne yapsın?.. O’da tutmuş Adanalıya artık ne buldu ise… tavuk, bıldırcın, ördek, kaz, kumru yumurtası falan vermiş.
Adanalı sevinerek yumurtaları almış, Adana ya dönmüş ve arkadaşlarına durumu anlatmış:
-Ağalar, bu öyle bir papağan ki!.. Renkleri şahane, konuşuyor, üstelik bir baktı mı adamın Adanalı olduğunu anlıyor. Hele su yumurtaları kuluçkaya yatıralım. Göreceksiniz ne şahane kuşlar çıkacak. Gözünüze baktı mı sizin bırakın Adanalı olduğunuzu hangi kasabadan geldiğinizi bile anlayacak...
Millet merak içinde bir tavuğun altında kuluçkaya yatırılan yumurtalardan papağan yavrularının çıkmasını beklemeye başlamış.
Aradan bir zaman geçmiş ve tabi yumurtalardan tavuk, ördek, kaz falan çıkmış.
Adanalı çok bozulmuş. Mosmor olmuş... Yumurtalardan çıkan yavruları alıp hemen İstanbul’a koşturmuş. Elinde yavrular, aynı lokantaya gitmiş. Kapıdan içeri girince de, onu gören papağan keyifle seslenmiş:
-Ooo, bizim salak Adanalı gelmiş!..
Bunun üzerine Adanalı elindeki yavruları papağanın yanına bırakmış ve kuşun yüzüne bağırmış:
-Benim salak olduğumu bir tek sen biliyorsun, ama senin önüne gelenle yatan bir orospu olduğunu bütün Adana biliyor, al şu piçlerini!

15 Ekim 2011 Cumartesi

Hınzır velet..

Patron merak ederek Saate bakıyor çünkü yanında çalışan işçi hala ortada yok, ve 10 dakika sonra önemli bir toplantıda olmaları gerekiyor.. Bu yüzden son çare yanında çalışan adamın evini arıyor... Telefondan bir çocuk sesi geliyor.

- “Efendim?”

- Merhaba baban evde mi?

Çocuk yine sessizce... “Evet burada..”

- Babanla konuşabilir miyim?

Çocuk sessizce… “Hayır…”

Patron yavaşça sinirlenmeye başlıyor ve soruyor:

- Peki ya annen? O evde mi?

- “Evet..”

- Annenle konuşabilir miyim?

- “Hayır, Onun şu an işi var…”

- evde konuşabileceğim başka biri var mı?

Çocuk yine sessizce... “Evet..”

- Kim var?

- “Polisler..”

Patron şaşırmış bir şekilde:

- Polisin ne işi var orda?

- “Annemle, babamla birde kurtarma ekibiyle konuşuyorlar..”

Birden patron çocuğun olduğu yerden çok büyük sesler duyuyor:

- Bu sesler ne öyle?

- “Helikopter…”

- Helikopter mi?

- “Evet… ikinci bir kurtarma ekibi..”

- Çocuğum söyler misin neler oluyor orda?

Çocuk sessizce ve gülerek:




8 Ekim 2011 Cumartesi

Sarışınsın, sarışın...

Adam karısı ile tiyatroya, Namık Kemal’in bir eserini izlemeye gitmiş.

Perde açılmadan bir ara karısı:

-“Hayatım baksana... Şu ön sıradaki sakallı adam Namık Kemal değil mi?” diye sormuş.

-“Saçmalama” demiş adam karısının kulağına eğilerek, “Yahu o öleli yıllar oldu.”

Karısı “Emin misin?” demiş şaşırarak.

-“Tabii ki eminim bir tanem” demiş adam.

Karısı şaşkınlığını sürdürmüş,

-“Tamam ama bunun biraz önce kafası oynadı.. Vallahi gördüm! ”

6 Ekim 2011 Perşembe

Bir gün olacağı bu...

Fırtına apansız bastırınca, koca gemi bir anda denizin dibini boyladı.

Adam, ıssız bir adanın sahilinde gözlerini açtı.

Ne gelen vardı ne giden...

Ne araç vardı ne gereç...

İstersen muz ve Hindistan cevizi, istemezsen muz ve Hindistan cevizi...

Hayati boyunca evi dışında beş yıldızlı otellerden başka yere adımını atmadığından, bir süre ne yapacağını bilemedi...

Sonra dört ay boyunca muz yiyip, Hindistan cevizi suyu içti. Geçmişte kalan o güzel günleri düşünerek gözlerini denize dikip, kendisini kurtaracak gemiyi beklemeye koyuldu...

Bir gün sahilde uzanmış yatarken, gözünün ucunda bir hareket hissetti.

O da ne?

Bir sandal ve kürekte o güne dek gördüğü en müthiş kadın.

Son surat geliyor... İnanamadı...

-"Nereden geliyorsun ?" diye haykırdı ve ekledi "Buraya nasıl geldin?"

-"Adanın öteki tarafından..." dedi kadın, "gemi batınca oraya çıktım."

-"Ne şans, benden başka kimsenin kurtulduğunu sanmıyordum. Kaç kişisiniz?"

-"Başka kimse yok, sadece benim. Sandal da gemiden değil. Gemiden çöp yok...”

Adamın aklı karıştı...

-"O halde sandalı nereden buldun?"

-"Basit" dedi kadın.

-"Adada bulduğum malzemeyle yaptım... Kürekler sakız ağacı... Zemini palmiye dallarından ordum, yanlar okaliptüs..."

-"Ama, ama bu imkansız, aletlerin yok nasıl becerdin?" dedi adam.

-"Pek de sorun olmadı. Öteki tarafta sıra bir alüvyon kaya oluşumu var. Fırında belli dereceye ısıtılınca işlenebilir yumuşaklıkta demir elde ediliyor. Alet yapmak için kolayca kullandım... Boşver bunları. hadi göster, nerede yaşıyorsun ?"

Bon bir ifadeyle orada yaşadığını itiraf etti adam... Aylardır oracıkta sahilde yatıp kalktığını...

-"Öyleyse bana gel benim yerime...." diyerek kadın küreklere asıldı.

Bir kaç dakika sonra küçücük bir iskeleye yanaştılar...

Adam sahile göz atınca az daha sandaldan düşüyordu.

Mavi beyaz boyalı kulübeyle, iskele arasına taş döşeli yürüme yolu bile yapılmıştı!

Eve girerlerken kadın omuzlarını silkti;

-"Pek rahat sayılmaz ama ben yine de ev diyorum iste... Otur lütfen, bir şey içer misin?"

-"Hayır, hayır teşekkürler..." dedi adam. Şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı.

-"Daha fazla Hindistan cevizi suyu içemeyeceğim artik... Tahammülüm kalmadı..."

-"Hindistan cevizi suyu değil ki... İmbiğim var, Pink Colado'ya ne dersin?"

Adam hayretini gizlemeye çalışarak ikramı kabul etti. Kanepeye oturarak sohbete daldılar.

İkisi de birbirlerinin hayat hikâyesini dinledikten sonra kadın;

-"üzerime rahat bir şey giyeceğim" diyerek ayağa kalktı.

-"Duş yapıp tras olmak ister misin? Üst kattaki banyo dolabında jilet var."

Adam artik olayı sorgulamaktan tamamen vazgeçmişti... Banyoya girdi, dolapta kemik bir sapın içine sıkıştırılmış oynak mekanizmalı iki deniz kabuğundan yapılma ustura onu bekliyordu...

-"Bu kadın inanılmaz" diye mırıldandı... "Bakalım bundan sonra ne var?”

Döndüğünde kadın onu gardenya kokuları içinde, stratejik bölgeleri üzüm yapraklarıyla örtülü olarak karşıladı...

Sadece üzüm yaprakları...

Yanına oturmasını istedi. Sonra yavaşça sokularak fısıldadı...

-"Söyle bana yakışıklı, ikimiz de uzun süredir bu adadayız...

Çok yalnız olmalısın, eminim şu anda yapmak için kıvrandığın bir şey var...

Hani burada tek başına geçirdiğin aylar boyunca en çok yapmak istediğin... Anlıyorsun değil mi? Ne istersen yapabilirsin...”

Gözlerinin içine bakıyordu...

Adam duyduklarına inanamadı...

-"Yani..." dedi...

-"Buradan e-maillerimi kontrol edebilir miyimmm?"

(ALLAH BELANI VERSİN!!!)

HEPİMİZİN SONU BÖYLE OLACAK... :))))

4 Ekim 2011 Salı

Kredi...

İş adamı bankaya gider ve bankacının karşısına oturup,

-"Ben kredi almak istiyorum" der.

Bankacı adama bakar ve,

-"Tamam, şartlarınıza bir bakalım" der.

Adam:

-"Doğrusu benim kredi karşılığında güvence verecek bir malım yok." diye devam eder.

Bankacı:

-"Tamam, olsun. Biz size yine de kredi verebiliriz." diye cevaplar.

Adam:

-"Yani sadece sözüme güvenerek mi kredi vereceksiniz?" diye sorar.

Bankacı:

-"Tabi neden olmasın" diye cevaplar.

Adam heyecanlanarak:

-"Peki ya krediyi ödemezsem ne olur." der.

Bankacı:

-"O zaman Allah'ın huzurunda hesap verirsin, o kadar." der sakince.

Bunun üzerine adam rahatça gülümseyerek:

-"Peki, sizce bu hesap verme ne zaman olabilir ki?" diye sorar.

Bankacı önündeki kâğıtları kontrol ederek:

-"Kredinin son ödeme tarihi 5 Ekim olduğuna göre, 6 Ekimde…"