30 Ocak 2011 Pazar

Kasımpaşalı Bilet Atmaz..!

Güzel bir bahar gününün sabahında İETT şoförü garaja gider, otobüsünü çalıştırır ve yola çıkar. Sorunsuz bir şekilde bir duraktan diğerine otobüsünü sürer, yolcularını alır, indirir.

Derken; durağın birinde iriyarı, güçlü kuvvetli ve oldukça tehlikeli görünen bir adam otobüse biner. Şoföre sert bir bakış fırlatır ve;

" Kasımpaşalı bilet atmaz," diyerek arkadaki bir koltuğa geçer, oturur.

Ertesi gün, ondan sonraki gün ve daha sonraki her gün aynı şey tekrarlanır. Kasımpaşalı, aynı sözlerle ve aynı sert bakışlarla bilet atmadan arka koltuğa geçip oturur.

Bu durum otobüs şoföründe kompleks yaratmaya başlar. Hat değiştirme dilekçesi de reddedilince son çare olarak kursa yazılır.

Her akşam devam ettiği kursta judo, karate, aikido ve benzeri tüm dövüş teknikleri konusunda ihtisas yapar. Yazın sonlarına doğru, kendine güveni olan iyi bir dövüş ustası haline gelmiştir.

Kursu bitirdiğinin ertesi günü tekrar otobüsüyle yola çıkar.

Uzaktan, Kasımpaşalının durakta beklediğini görür. Sinirini gizlemeye çalışırken, dişlerini gıcırdatarak otobüsün kapısını açar. Kasımpaşalı otobüse biner, şoföre sert bir bakış fırlatır ve,

" Kasımpaşalı bilet atmaz," diyerek ilerleyecekken, sıkı bir kavgaya hazır olan şoför birden Kasımpaşalının koluna yapışır,

"Neden atmıyormuşsun!??" diye sorar.

Şoföre şaşkınlıkla bakan Kasımpaşalı ürkek bir sesle cevap verir:

“Çünkü Kasımpaşalının abonmanı var.

28 Ocak 2011 Cuma

Kaç para?

Büyük bir kasa soygunundan sonra çalıntı otomobille yol alan üç soyguncu, kent dışında otomobilden inip tarlalar arasında ilerlerler. Uzun süren bu iz kaybettirme yürüyüşünden sonra ıssız bir yer bulup otururlar. İçlerinden biri:

- Haydi sayalım artık, dedi. Kaç milyon kaldırdığımızı merak ediyorum.

İkincisi elini şöyle bir salladı:

- Yorgunluktan öldük! Şimdi o kadar parayı saymakla ne diye uğraşalım. Yarın gazetelerde okur öğreniriz kaç milyon kaldırdığımızı.

Üçüncüsü öfkeyle yerinden fırladı:

- Deli misin be! Yarın her gazete ayrı bir rakam verir, biz de birbirimize gireriz!

27 Ocak 2011 Perşembe

Bu kimdir?..

Bir Rus Yahudisi İsrail'e göç müsaadesi alır. Çıkışta Ruslar bagajını kontrol ederken elbiseleri arasında Lenin’in büstünü bulurlar, yahudiye sorarlar:
- Bu nedir?
Yahudi:
-Bu nedir değil, bu kimdir diye sormanız gerekirdi... Bu Lenin’dir, sosyalizmin temellerini atan, Rus halkına iyilikler getiren… bende bunu bereketli günlerin hatırası için yanıma aldım.
-Tamam, der Ruslar… heykeli valize bırakırlar ve Yahudi gümrükten geçer.
*
Tel Aviv havaalanında gümrük memurları büstü görür ve sorar:
- Bu nedir?
Yahudi: Bu nedir değil, bu kimdir diye sormanız gerekirdi... Bu Lenin’dir. Bu deli cani yüzünden Rusya'yı terk etmek zorunda kaldım! Yanıma aldım ki, her gün bakıp lanet okuyayım!
-Tamam der İsrailli gümrük memurları, yeni vatandaşlarını bırakırlar ve Yahudi gümrükten geçer...
*
Adam evine gider, büstü büfenin üstüne koyar, gelişi sebebiyle akrabalarına davet verir.
Yeğenlerden biri sorar:
-Bu kimdir?
Yahudi cevap verir:
- Bu kimdir değil, bu nedir diye sorman gerekirdi... Bu on kilogram yirmi dört ayar altın, vergisiz, gümrüksüz, KDVsiz...

Kayserili...

Kayserili, siyah sutyen almak için girmiş Musevi’nin dükkânına.
Paranın kokusunu alan Musevi, az kaldığını iddia ederek, tanesini 40 dan vermiş. Kayserili, 6 tane alıp, birkaç gün sonra tekrar dönmüş, bu sefer 2 düzine istemiş... Bu sefer Musevi tanesini 50 den satmış.
Aradan 1 ay geçmiş, gittikçe mal bulamayacağını sanan Kayserili, geri kalanı 75 den kapatmış.
Sonunda Musevi merak edip, bu kadar sutyeni ne yaptığını sormuş ona!
Kayserili cevap vermiş;
-Hiç Vallah ben ikiye kesiyor, minik takkeler yapıyor, sonra da bunları Musevilere tanesi 100(*) den satıyorum!

(*) Rivayet o ki... Rakamı büyük göstermek isteyenler parayı eski TL den, düşük göstermek isteyenlerde yeni TL den bahsederlermiş...

25 Ocak 2011 Salı

Lens...

Üç sarışın, dedektif olmak üzere polis teşkilatına müracaat etmiş.

Yapılması gerekli pek çok imtihandan birini idare etmek de Komiser Kâzım'a düşmüş. Komiser Kâzım, birinci kıza beş saniye müddetle bir dosyadan çıkarttığı bir resmi göstermiş ve; "Söyle kızım," demiş, "Bu bir suçlunun resmi, bu adamın bariz ne özelligi var? Bunu ileride nasıl tanırsın?"

Kız şöyle bir durmuş ve, "Çok kolay," demiş. "Adam tek gözlü."

Komiser Kâzım resme bakmış ve, "Kızım bu resim profilden, yani yandan çekilmiş. Tabii tek göz göreceksin," demiş ve aynı resmi ikinci kıza gösterip aynı suali sormuş. "Bana bak," diye ilave etmiş, "Doğru dürüst bir cevap ver."

İkinci kız, "Bu adamı tanımak çok kolay," demiş. "Çünkü adamın tek kulağı var."

Komiser Kâzım, "Kızım!" diye bağırmış. "Bu resim profilden dedik yaa! Adamın suratının öbür yanını göremiyoruz. Onun için kaç gözü, kaç kulağı olduğunu bilemeyiz."

Kâzım üçüncü kıza, "Kızım lütfen akıllı bir cevap vermeye çalış. Beni çıldırtma. Bu adamın bariz özelliği nedir, bu adamı ileride nasıl tanırsın?" diye sormuş.

Kız, "Bu adam lens takıyor," diye cevap vermiş.

Komiser Kâzım şaşkın şaşkın resme bakmış ama adamın lens takıp takmadığını bir türlü anlayamamış. Merak etmiş, adamın dosyasını açıp okumuş, dosyadaki bilgiye göre adam hakikaten lens takıyormuş.

Komiser Kâzım üçüncü kıza hayranlık içinde, "Aferin be kızım," demiş "Doğru bilmişsin. Şimdi söyle bakalım bu adamın lens taktığını resimden nasıl anlayabildin?"

Kız, "Çok kolay," diye cevap vermiş. "Tek gözlü, tek kulaklı bir adamın gözlük takacak hali yok ya!

23 Ocak 2011 Pazar

Reklam Filmi Şifreleri..


İki Galatasaraylı aralarında konuşuyorlarmış.
-Cem Yılmaz ne dedi bize?
-Stadın akustiği çok iyi, 300 kişi bağırır, siz 30.000 zannedersiniz...
-Cem Yılmaz sonra ne dedi?
-Zemin hafif hafif alttan ısınıyor, kendinize dikkat edin...
-Cem Yılmaz başka ne dedi?
-Çizginizi bozmayın, düzgün gidin...
-Ha bir de çıkarken "Ampulleri söndürün" demedi mi?
-Dedi...
-Eeee... daha ne ???

Cola...

Çok iyi giyimli bir iş adamı Vatikan'a gelir, Papa'yla görüşmek istediğini söyler. Kendisini bir kardinale götürürler. Adam ısrar eder.

- Sizinle değil, doğrudan Papa ile, yalnız görüşmek istiyorum.

Sonunda adamı Papa'nın huzuruna çıkarırlar. Ama adamın ne istediğini merak eden kardinaller kapının dışında kulak kesilmiş içeriyi dinlemektedirler.

Içeride sesler yükselmiştir.

Adam: 1 milyar Dolar.

Papa: Olmaz

Adam: 2 milyar Dolar.

Papa: Hayır.

Adam: 5 milyar dolar.

Papa: Hayır.

Adam kapıyı çarpar, hışımla uzaklaşırken kardinaller içeri koşuşur.

- Sayın Papa hazretleri, 5 milyar dolar muazzam bir para. Düşünün bu para ile kaç katedral, kaç kilise yapılır, dünyanın dört bir yanında kaç misyoner gönderilirdi. Parayı niçin kabul etmediniz?

- Ne yani? Her duadan sonra amin yerine "kola" mı deseydik?

22 Ocak 2011 Cumartesi

Anan ağşama evde..

Osman Ağanın hanımı, aralarında geçen bir tartışma üzerine memleketteki anasının yanına gitmiş ve epey zamandır gelmemiştir. Telefonla yaptığı çağırma ve geri dön istemlerine cevap alamayan Osman ağanın; çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik ve çocuklarla uğraşmaktan takadı tükenir. Kadınını son kez çağırmak için telefona sarılır, ancak anasının yanında bir eli yağda bir eli balda olduğundan gelmek istemeyen kadın, telefona cevap bile vermez. Kendince iyi niyetli tüm girişimlerinden sonuç alamayan Osman ağa karısına mesaj atmaya karar verir ve her ne kadar 160 karakterden uzunda olsa aşağıdaki mesajı göndermeyi başarır…

Kadınım bu sağa son mesajım.

Bebelerinen evde oturup ağlarım.

Çamaşır, bulaşık tarih yaptı.

Kadınım ben bu işlerden ne ağnarım.


Bi tokat salladım değmedi bile,

La b.k mu var babaan evinde.

Ula ne bilinmez bir avradmışşın,

Bebelerinen beni mevlam gayırsın.


Arkadaşın Hatçe yan yan bakıyo.

Üzelme Osman ağa deyiveriyo,

Bebelerin başını okşayaraktan,

Kendi düşen ağlamaz deyip gülüveriyo.


Bugün geliverdi zabahın köründe,

Valla bi gecelik vardı zillinin üzerinde.

Bulaşığa daldı, çamaşırı yıkadı,

La kadınım bak göğnüm çok daraldı.


Bebeleri banyoya sokup yıkayıverdi.

Osman abi sende gir, keseleyim diyiverdi.

Bende boğün olmaz yarın diyiverdim,

La kadınım sağa bir şans daha verdim.


Zabaha kadar geliyosan gel eve,

Vallahi gelmezsen böyük tehlike.

Hatçe bekliyor elinde kese,

Vallah keseynen kalsa keşke.

*

"Hadi bağalım gelmesinde göreem" diye söylenerek mesajını gönderen Osman ağa; mızıldanmakta olan çocuğuna; "meraklanma yavrum anan ağşama evde" der…

19 Ocak 2011 Çarşamba

Her şey her zaman göründüğü gibi olmaz

İyi ki düğünümüzü Belçika'da yapalım demişsin Goncagül...

- Güzel oldu, değil mi Muhittin?

- Evet canım, herkes dışarda evleniyor, bizim neyimiz eksik?

- Beni kırmadığın için teşekkür ederim.

- Sen istersin de ben yapmam mı bitanem?

- Muhittin, sana geçmişimle ilgili bir şey anlatmak istiyorum.

- Önce duvağını çözseydik Goncagülüm.

- Çözeriz, dur bi... Çok önemli bu...

- Ee, ama sırası mı şimdi? Neyse, anlat bari...

- Ben küçükken tecavüze uğradım.

- Çok üzüldüm bebeğim. Ama şu an kendini iyi hissediyorsan önemli değil.

- Simdi iyiyim de bunları bilmen lazım.

- Yakınlarından biri tarafından mı?...

- Yok... Bi bakkal vardı bizim mahallede...

- Bakkal mı?

- Evet... Elma şekeri satıyordu, güzel çikolatalar filan.

- Eee?

- Işte, bi gün bana, Sedat depoya gelsene dedi.

- Sedat kim?

- Anlatacağım bi tanem, sakin ol bi...

Futbol

Ali ile Veli futbola doyamamış 80’lik delikanlılar...

İkisinin de merakı aynıdır: Acaba cennette futbol var mı?

Günün birinde Ali ölür...

Birkaç gün sonra Veli, Aliyi görür rüyasında...

-Sana bir iyi, bir de kötü haberim var.

-Önce iyisini söyle...

-Cennette de futbol var... Hem de ne maçlar oynanıyor, bir bilsen!

-Çok güzel... Öteki haber ne?

-Cumartesi maçımız var, hazırlan ilk onbirdesin!

18 Ocak 2011 Salı

Açık kapı...

Temel, 55 yaşına kadar canını dişine takmış çalışmıştı. Pastacı çıraklığı ile başladığı hayata, pastane sahibi olarak devam etmiş, yetenekleri ve becerisi sayesinde Türkiye'nin en ünlü pastanesinin sahibi olmuş, milyarlar kazanmıştı.
Bir gün karısına:
- Paraları mezara götürecek halimiz yok, kendimize yeni ve rahat bir hayat seçtim dedi. Bizim oradaki hemşerilerle konuştum. Her şeyi iyice öğrendim. Kaliforniya'ya gideceğiz. Kazandığım para bize ömrümüzün sonuna kadar yeter. Çocukları da güzel üniversitelerde okuturuz.
Temel’in teklifini sevinçle kabul etti karısı Fadime…
*
Temel, neyi var, neyin yok sattı. Paralarını dolara çevirdi.
Bir milyon doları olmuştu.
Karısını yanına aldı. Uçağa bindi. Los Angeles'e uçtular bir gün.
Uçsuz bucaksız nevada çölleri üzerinde uçarken, uçağın motorunda bir arıza belirdi. Las Vegas'a zorunlu iniş yapmak zorunda kaldılar.
Uçak şirketi görevlileri:
- Buranın en lüks otelinde, şirketimizin konuğu olarak kalacaksınız. Yalnız bu kentin Las Vegas olduğunu unutmayın. Kumar oynarsanız eğer, kendi hesabınıza, derler.
- Kumar mı? dedi… Temel karısına..
- Kumardan kazanmayı düşünen kafayı yemiş olmalı… Allah göstermesin.
Ama bir kez şansını denemek için, rulete 500 dolarlık bir fiş atmaktan da kendini alamadı.
Arkası da çorap söküğü gibi geldi. Temel her şeyini rulet masasında bıraktı.
Rulet başında nefes almadan geçirdiği saatler sırasında fena halde de sıkıştığını hissetti, hızla tuvalete koştu. Tuvalet kapıları otomatikti. 25 sentlik bozuk para atılınca açılıyordu. Oysa Temel'de metelik kalmamıştı. Sıkıntı içinde dolanırken, oradan geçen biri, avucuna bir 25 sentlik sıkıştırdı. Bu konularda deneyimliydi. Temelin başına gelenleri anlamıştı.
Temel:
- Çok iyi bir insansınız. Bu iyiliğinizi hayat boyu unutmayacağım. Bana lütfen kartınızı verin. Bu borcumu da size ödeyeceğim dedi.
Kartı aldı, cebine attı. Tuvalete döndüğünde kapıyı açık buldu. İçeri girdi, rahatladı, çıktı.
Elinde kalan 25 sentle yürürken karşısına, tek kollu canavar çıktı.
Parayı deliğe attı, kolu çekti ve bir şangırtı... Alet boşaldı adeta.
Temel bir kova dolusu 25 sent kazanmıştı.
Bunları fişe çevirdi, rulet masasına döndü.
Gerisi peri masalı...
İki saat içinde tam 2 milyon doları olmuştu.
*
İki ay sonra yeni Kaliforniyalı Temel, boş oturmanın kendisine göre bir iş olmadığını fark etti. Elinden gelen tek iş pastacılıktı. Parası da vardı. Bir pastane açtı.
Pastaları öylesine tutuldu ki, önce Los Angeles'e, sonra Kaliforniya'ya, sonrada tüm Amerika'ya yayıldı, Temel pastaneleri...
Bir kaç yıl sonra, Temel, Amerika'nın en zengin adamları arasına girdi.
Temel pastanelerinin onuncu yılı dolayısı ile büyük bir gece düzenlendi. Temel yemeğin sonunda konuşma yapmak için kürsüye çıktı, tüm başına gelenleri anlattı..
- Bütün bu başarıyı ve bu serveti bir tek kişiye borçluyum. O kişiyi bulana kadar, işte size söz veriyorum, gerekirse Amerika'daki her taşın altına bakacağım.
Şirketin genel müdürü sordu:
- Ama Temel Bey, size 25 sent borç veren adamın kartını aldığınızı söylemiştiniz. Adı, adresi sizde olmalı zaten.
- Bana 25 sent veren umurumda değil dedi Temel.
- Ben, tuvaletin kapısını açık bırakan adamı arıyorum!.

Palyaço...

Adamın biri doktora gider ve doktora;

-“Hastayım, hayattan zevk alamıyorum. Açlar aklıma geliyor, yemek yiyemiyorum. Çıplaklar hatırıma geliyor, onlarla birlikte üşüyorum. Her cinayette kendimi suçlu buluyorum. Her katil bıçağının kabzasını sanki benim ellerim tutmuştur. Her atılan kurşun benim kalbime saplanıyor. Bütün bu toplumun suçları benim omuzlarıma yüklenmiş. Artik gülmesini unuttum” der.

Doktor, hastasını omuzlarından tutar, pencerenin önüne getirir, perdeyi aralar, parmağıyla karşı duvardaki afişi gösterir. Bu afişte, bir sirk palyaçosunun reklamı vardır.

-“Azizim, şu palyaçoyu görüyor musun? Tavsiye ederim, her gece bu palyaçonun gösterilerine git. Bütün kederini, elemini, derdini unutursun. Gülmeyi, kahkahayı öğrenirsin. Hayattan yeni baştan zevk almaya başlarsın” der.

Hasta başını eğer ve cevap verir…

-“Doktor, işte o palyaço benim!

* * *

TAYYİP ERDOĞAN VE TAİFESİ SAYESİNDE PALYAÇOYA DÖNDÜ BU MİLLET.

12 HAZİRAN YAKLAŞIYOR…

ARTIK AKILLANMA ZAMANI...

ÇÜNKÜ BU SON ŞANSIMIZ…

16 Ocak 2011 Pazar

Cuma...

Adamın biri cuma günü ölmüş ve gömmüşler.
Oğlu hocaya gitmiş ve:
-"babam cuma günü öldü, öbür tarafta nasıl karşılanır?" demiş.
Hocada sormuş:
-"namaz kılar mıydı?"
-"hayır! Ama cuma günü öldü".
-"Kumarı içkisi var mıydı?"
-"Vardı ama cuma günü öldü"
-"Yalan söyler miydi?"
-"Evet, ama cuma günü öldü"
-"Hovardalığı var mıydı?"
-"Evet, ama cuma günü öldü"
Hoca sonunda sinirlenmiş:
-"Cuma günü ellemezler ama Cumartesi anasını bellerler"

15 Ocak 2011 Cumartesi

Ağız tadıyla Rakı içememek..


1960 yılının çok soğuk bir kış günü Kasımpaşa'nın en sevilen akşamcısı yolunun üzerindeki küçük bir falcı dükkanına girer;
-"Hayatımdaki en önemli şeylerden biri Rakıdır, rakısız bir hayat düşünemem, bu akşam dostlarımla çilingir sofrası kuracağız, daha vakit var, bir falıma bakar mısın?" Diye yaşlı falcıya sorar.
Falcı kadın, önündeki küreye uzun uzun bakar ve;
-"Sen rakısız bir hayat düşünemem diyorsun ama, o kadar kötü bir şeye sebep olacaksın ki, senin yüzünden gelecekte akşamcılar ağız tadıyla asla rakı içemeyecekler..." diye cevap verir.
Akşamcı bir hayli üzgün, falcıdan çıkar, yürürken kendi kendine konuşur;
-"Benim yüzümden akşamcılar ağız tadıyla rakı içemeyeceklerse, yaşamanın ne anlamı var ki..." diye söylenerek deniz kenarına gelir ve kendini Haliç'in soğuk sularına bırakır.
Üzerindeki paltonun ağırlığıyla tam sulara batarken, kıyıda top oynayan çocuklardan birisi, kaçan topun peşinden koşarken suya düşer.
Akşamcı son bir gayretle boğulmak üzere olan çocuğu kurtarır ve iskeleye bırakır, ağır ağır sulara gömülürken, içinde bir tebessümle çocuğa seslenir;
-"İsmin nedir senin yavrum?"
Çocuk anlamsız bir hiddetle cevap verir;
-"TAYYİP"

14 Ocak 2011 Cuma

Çeşnicibaşı

Meşhur bir şarap üreticisinin çeşnicibaşısı (degustater) vefat edince, yeni bir çeşnicibaşı bulmak için ilan verirler. Kirli görünümlü, saç baş dağınık bir ayyaş, ilan için fabrikaya başvurur. Patron bu adamı başından nasıl defedeceğini düşünürken onu sınamaya karar verir.

Ona içmesi için bir bardak şarap verirler. Sarhoş adam bardağı kafasına diker ve;

-Muscatel kırmızı üzüm, güney yamaçlarda büyümüş, 3 yıllık ve çelik kaplarda olgunlaştırılmış…

Fabrika müdürü şaşkınlıkla "doğru" der ve ikinci bardağı uzatır. Bizimki yine bardağı kafasına diker, dilini şapırdatır;

-Bu da güneybatı eğimli yamaçlarda yetişmiş Cabarnet kırmızı üzümden, 8 yıllık ve meşe varillerde saklanmış…

Müdür daha da büyük bir şaşkınlıkla "doğru" demiş. Sekreterine göz kırparak bir şeyler ima etmiş. Patronunun ne dediğini anlayan sekreter doğru tuvalete gider ve beyaz şaraba çok benzeyen bir bardak dolusu idrarı ile geri döner.

Bizim sarhoş düşünmeden bardağı kafasına diker ve;

-Bu sarışın bir bayan, 26 yaşında, üç aylık hamile ve bu işi bana vermezseniz, babasının da adını açıklarım

13 Ocak 2011 Perşembe

Dur ya, dur bi dinle...

Kadın eve erken dönmüş, kocasını yatakta çekici bir kadınla yakalamış !

- "Seni pis domuz seniiii" diye bağırdı...Bana ha?? Benim gibi sadık bir kadına!!! Çocuklarının anasına!!! Hemen şimdi seni terkediyorum, ve BOŞANIYORUZ!!!

-“Yaa dur bi dakka yaa"!!! Yargısız infaz mı yapıcan karıcım??? Bi dur..bi dinle!!!"

-“De bakalım diyeceğini!! Ama şunu bil ki, bunlar son sözlerin olacak!!!"

-“Bak, sevgilim...tam arabama binmişim, eve gelicem.. bu genç kadın benden yardım istedi.. O kadar zavallı ve korumasızdı ki, acıdım, aldım arabaya. İncecikti, çok kirliydi... üç gündür ağzına lokma koymamışmış... ben de aldım, eve getirdim. Baktım, dolapta dün sana pişirdiğim, senin de kilo alma korkusu ile ağzına bile koymadığın makarna duruyo... İnanmıycan, iki saniyede midesine indirdi zavallım.. Baktım, üstü başı da leş, hadi gir dedim, bi banyo yap. O içerdeyken, bi baktım ki giysileri yırtık pırtık..Atıverdim onları!!!... Biliyosun, bu sene kullanmadığımız giyecekleri nereye verelim diyoduk ya....Gittim dolaptan senin "Cavalli" Jeans'ini getirdim ona... E sana dardı diye giymiyodun ya !? Sonra da sana doğum gününde aldığım ve zevkimi beğenmediğin için giymediğin külotla sütyeni de götürdüm.. yazıktır... derken, bi baktım, geçen Noelde ablamın hediye ettiği, kıl etmek için de giymediğin seksi bluz da duruyo... e çizmelerin de orada ! Hani işyerindeki kızlardan birinde de var aynısı diye giymek istemediğin...." Görme..garibim nasıl mutlu oldu...nasıl sevindi...aldım kapıya götürdüm.....eşikte döndü, bana gözyaşları içinde ne dese beğenirsin ?

-"Karınızın kullanmadığı başka bir şey daha var mı?"

İsa burada olduğunu biliyor.

Hırsızın biri bir gece bir evin kapısını zorlayarak içeri girdi. El fenerini cebinden çıkardı ve evde çalınabilir ne var görmek için etrafına bakınmaya başladı. Birden karanlıkta "İsa senin burada olduğunu biliyor" diyen birini duydu Korkuyla yerinden sıçradı. El fenerini söndürdü ve karanlıkta hiç ses çıkarmadan kaldı. Bir müddet bu şekilde sessizce bekledikten sonra el fenerini yeniden yaktı ve müzik setine yöneldi. Kabloları çıkarmak üzereyken biri yine konuştu:

-"İsa seni gözetliyor".

Hırsız korkudan titreyerek el fenerinin ışığını odada dolaştırdı ve birden sesin nereden geldiğini keşfetti. Bu bir papağandı. Papağana:

-"benimle sen mi konuştun?" diye sordu. Papağan:

-"Evet" dedi. "Seni uyarmak için söyledim. İsa seni gözetliyor".

Hırsız sakinleşti:

-"Beni uyarmak için mi? Sen kimsin peki?"

-"Ben Musa" dedi papağan.

-"Musa mı? Papağanına kim Musa ismini verir ki" diye söylendi hırsız.

Papağan cevap verdi:

-"Rottweiler cinsi köpeğine İsa ismini veren kişi…”

12 Ocak 2011 Çarşamba

Ödül..

Trafik polisi Temel’in kullandığı aracı durdurur ve gülerek müjde verir:
“Sizi tebrik ederim beyefendi, bugünkü kontrollerimizde emniyet kemeri takan tek sürücü sizsiniz. Bu yüzden size 500 lira ödül vereceğiz. Bu parayla ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
Temel cevap vermiş:
"Uyy, oyle midur daa! Haçan hemen cidip bir ehliyet alacagum!”
Polis şaşırmış:
“Ne, senin ehliyetin yok mu?” demeye kalmadan yandan Fadime söze girmiş:
“Haçan siz ona bakmayun memur bey, ha bu heruf içince hep boyle sapitiy zaten!”
Polis iyice sinirlenmeye başlamış, tam bu sırada arka koltukta oturan Dursun lafa girmiş:
“Ula ben size demedum mi çaluntu arabayla yola çikmayalum,başumuza bir iş celur diyee.”
Trafik polisi iyice zıvanadan çıkmak üzereymiş ki bagajdan İdris’in sesi gelmiş:
“Ula uşaklar ne oldi daa, hududi geçtuk mi?

Üçüncü kat...

Temel ile Cemal bir gece kulübünde içki içmektedirler, Temel, Cemal'e barda oturan güzel sarışını göstererek, "Cemal ben karıyı tavlarım" demiş, ve kalkmış sarışın bayanın yanına gitmiş. Sarışın bayana "Birlikte bir içki içebilir miyiz" demiş.
Kadın, "BMW araban var mı?"
Temel, "Yoktur"
Kadın, "Karadeniz'de iki katlı, geniş bahçesi olan bir villan var mı?"
Temel, "Yoktur"
Kadın, "Senin bankada yüksek meblağlı bir hesabında yoktur"
Temel, "Yoktur"
Kadın, "O zaman çek arabanı" der, ve Temel Cemal'in yanına gider,
Temel, "Ula Cemal benim Limuzini sana versem senin BMV'yi bana verir misun"
Cemal, "Verirum"
Temel, "Acaba benim bankaya gitsem bana bir hesap açarlar mi?"
Cemal, "Açarlar"
Temel, "Bunlari hallettikte… babama Karadenizdeki villanin ücüncü katini nasil yiktiracağuz daa?"

10 Ocak 2011 Pazartesi

6,5

Temel acemi birliğinden sonra dağıtım olduğu Ege Bölgesinde şirin bir ilçedeki askeri gazino misafirhanesinde “resepsiyon görevlisi” olarak görevlendirilmiş...

Resepsiyonun muhasebe kayıtlarını tutan muhasip astsubay, Temel’i kısa bir oryantasyon eğitimine tabi tuttuktan sonra görevine başlatmış…

Bir akşam bütün işlerini kontrol edip koğuşa yatmaya gidecekken misafirhanede kalan üç yüzbaşı çıka gelmiş ve odalarına çıkarken Temel’e “yarın sabah uçakla buradan ayrılıyoruz, bizi sabah istediğimiz saatte uyandırırsın” demişler.

Temel: “Komutanlarum pen unuturum siz şu kâğuda isimlerinizi ve saat kaç da uyandırılmak isteduğunuzi yazun!” demiş.

Hepsi de sabah altı buçuk da uyandırılmaları konusunda aralarında anlaşmışlar ve sırayla isimlerini ve karşılarına uyandırılacakları saatleri kâğıda yazmışlar. Biri 06.30 yazmış, diğeri de ona bakarak o da 06.30 yazmış, üçüncü yüzbaşı ise onların yazdıklarına bakmadan 6,5 yazmış.

Sabah 06.00’da kalkan Temel iki yüzbaşıyı 06.30’da kaldırmış, üçüncü yüzbaşıyı ise saat 06.50’de kaldırmış. İki yüzbaşı üçüncü yüzbaşının gitmekten vazgeçtiğini zannederek toparlanıp havaalanına yola çıkmışlar.

Temel üçüncü yüzbaşıyı 06.50’de kaldırdığında;

Yüzbaşı: “Oğlum ben “beni saat altı buçuk da kaldır” diye not yazdım, niye beni 06.50‘de kaldırdın, arkadaşlarım nerede?” demiş.

Temel: “Komutanum onlar saat 06.30’da kaldirilmalarinu yazmişlar, pende onlari saat 06.30’da kaldırdum, toparlanıp cittiler, baa herhanci pir şey soylemeduler!” demiş.

Yüzbaşı: “Oğlum buradan bu sabah bir uçak kalkar o da saat 07.00’de. Ben başka uçakla mı gideceğim, sen ne yaptın?” diye bağırmış…

Temel: “Komutanum siz 6,5 yazmişsinuz, resepsiyonun karşisundaki dicital saat de 6,5 “06.50” olarak geçii, o nedenle pen sizi bu saat de uyandırdum!” diyince yüzbaşı iyice hiddetlenmiş…

Yüzbaşının çok kızdığını gören Temel acele savunmaya geçmiş…

-“Komutanum penum kafa bu dicital saate alişamadi, pizum oralarda boyle saat yok, pizde yelkovan 6’yı costermeye başlayunca buçuk oli, hatta Mehmet başçavuşum baa “otel ücreti olarak 6,5 lira alacaksun” demişdu, pen ise ilk önceleru pu saate aldandum, ilk ay herçesten 6 lira 30 kuruş kestum, Mehmet başçavuşum farklaruni penden alduydi daa!.. Onin içiundur!..”

8 Ocak 2011 Cumartesi

Kafam karıştı, dur şimdi...

Olay, henüz döviz kurlarının uygulanmadığı yıllarda ABD-KANADA sınırındaki bir şehirde geçmektedir:

ABD ve KANADA malum, para birimi olarak 'dolar' kullanmaktadırlar.

Yalnız her iki ülke de kendi paralarının daha değerli olduğunu iddia etmektedirler.

Şöyle ki:

Kanadalılara göre: 1 ABD Doları = 90 Kanada Centi,

Amerikalılara göre: 1 Kanada Doları = 90 ABD Centi.

Bir Amerikalı, cebindeki 1 dolarla dolaşmaya çıkar.

Bir ara karnı acıkır ve simit alır (Amerikan simidi!).

Simidin fiyatı 10 centtir.

Cebindeki 1 doları verir. Simitçi bozuk para ararken cebinin bir köşesinde 1 Kanada doları bulur, onu verir (90 cente eşit ya!).

Derken Amerikalı sınırı yürüyerek geçer ve Kanada da dolaşmaya başlar.

Kaleme ihtiyacı olduğunu hatırlar. Girer bir kırtasiyeciye.

Kalemin fiyatı da 10 Kanada centidir.

Cebindeki 1 Kanada dolarını verir. Kırtasiyeci de para üstü olarak 1 ABD doları verir.

Amerikalı akşam olunca oradan ayrılıp evine döner sonra düşünmeye başlar:

- Yahu sabah evden çıkarken cebimde 1 ABD dolarım vardı, şimdi de 1 ABD dolarım var. Pekiyi simitle kalemin parasını kim verdi?

6 Ocak 2011 Perşembe

Kulak...

Dünya insanları ile cinsel ilişkiye girerek sonuçlarını gözlemlemekle görevli uzaylılar Karadeniz’in tenha bir yaylasında bir çiftlik evine indirmişler gemilerini. Çiftlik evinin kapısını çalarak kapıyı açan temele amaçlarını anlatmaya başlamışlar. Temel biraz şaşkın, biraz tedirgin ve birazda heyecanlanarak Fadime’ye bi sorayım demiş. İçeri girerek Fadime’ye “bole bole bişi var ne dersun” demiş.
Fadime: “Tamam, oluuur… Hem bi gecelik değişiklikten bir şey olmaz” diyerek kabul etmiş.
Uzaylılarla beraber biraz oturduktan sonra uzaylı erkekle fadime ayrı bi odaya, uzaylı kadın ile Temel ayrı bi odaya geçmişler. Uzaylı adam başlamış Fadime’yi soymaya ve daha sonra kendi soyunmaya. Fadime, uzaylı adamın cinsel organını görünce çok şaşırmış ve gülmeye başlamış.
Uzaylı: “neden güldün.” Diye sormuş.
Fadime: “çok küçük” demiş.
Uzaylı: “sol kulağımı çek o büyür” demiş.
Fadime çekmiş kulağı gerçektende büyümüş.. ama demiş Fadime, “şimdide çok ince.”
Uzaylı gayet rahat; “sağ kulağımı çek o kalınlaşır.” Demiş.
Fadime uzaylının kulağını çekince gerçektende kalınlaşmış ve sabaha kadar defalarca sevişmişler.
Sabah olunca kahvaltıdan sonra uzaylıları gönderen Temel’le Fadime konuşmaya başlamış. Temel: “nasıl geçti" diye sormuş.
Fadime: "Tek kelime ile mükemmeldi. Peçi senin nasıl geçtu Temelum?"
Temel kendinden çok emin bi şekilde:
-"Sen var ya sen, şu gül gibi kocanun kıymetini bilmiysun, bak elin uzaylisu zevkten kulaklarımi koparicağdu!!"

Tanrı ve Çocuk..

Amerika'da yaşayan bir çocuğun 100 dolara ihtiyacı olur. Bu 100 dolara sahip olabilmek için günler geceler boyu dua eder. Sonunda Tanrı’ya mektup yazmaya karar verir.

Amerikan Posta İdaresi, üstünde yazılı adres olarak sadece 'TANRI, ABD' olan mektubu Bay Başkan’a vermeye karar verir. Başkan mektubu alınca çok hoşlanır, çok duygulanır, fakat zarfa 100 dolar yerine 5 dolar koyar. 5 doların küçük bir çocuk için yeterli olacağını düşünür

Çocuk gerçekten de 5 dolara sahip olmakla tatmin olur ve Tanrı’ya teşekkür mektubu yazmaya koyulur:

-'Sevgili Tanrım, parayı yolladığın için teşekkürler. Ama mektubu Beyaz Saray üzerinden yollamışsın ve tabii her zamanki gibi oradaki ibne de 95 dolarını kesip silah almış olmalı. Bana 5 dolar ulaştı. Yine de teşekkürler'

4 Ocak 2011 Salı

Berber..

BERBER ..)

Berbere gelen Rahip saçlarını kestirir. Berbere teşekkür eder ve borcunu sorar..

Berber:

"Siz kutsal bir insansınız. Sizden nasıl para alırım. Sizi traş etmek benim için şereftir."

Rahip tekrar teşekkür eder ve gider.

Berber ertesi sabah dükkanı açmaya geldiğinde kapısında 5 altın lira bulur.

Birkaç gün sonra bir Budist rahip gelir dükkana. Saçlarını kestirir, borcunu sorar.

Berber:

"Siz ruhani bir lidersiniz. Sizden nasıl para alırım. Sizi traş etmek benim için şereftir."

Budist rahip teşekkür eder gider.

Berber ertesi sabah dükkanı açmaya geldiğinde kapısında 5 yakut bulur.

Ertesi hafta bir imam girer dükkandan içeri. Saçını kestirir ve elini cüzdanına atar.

Berber:

"Sakın ha" der…

"Siz bir inanç adamısınız.. Sizden nasıl para alırım?

Dükkanıma ve bana şeref verdiniz.. Güle güle gidin.."

İmam gider.

Berber ertesi sabah dükkanı açmaya gelir, bakar ki; kapıda 5 imam daha vardır.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Dünya güzeli...

Profesör, öğrencileri ile birlikte Karadenizli yaşlı teyzenin yatağının başına gitmiş..
Onlara yeni bir hastalığın belirtilerini öğretecek.. Yatakta bitkin, kendinden yarı geçmiş vaziyetteki hastayı göstererek konuşmaya başlamış:
-"Bakın yüz rengi sarıya yakın… Gözler içeriye doğru çökmüş, o yüzden burun daha sivri görünüyor… En fazla değişik kas yüzümüzdedir.. Bakın kaslar tepki vermediğinden ifade anlamsız… Çene aşağıya sarkmış duruyor..."
Hasta da öğrenciler gibi dikkat kesilmiş dinliyor…
Profesör tam da “bu bir batın sendromu belirtisidir” diyecekken, yerinden zorlukla dikilmeye çalışan Karadenizli teyze fırsat vermez ve zor bela mırıldanmış:
-''Uyyy!.. Sançi sen sanki dünya cüzelisun..."

Evli gibi yapmak...

Soğuk ve karlı bir gecede tipiden yolunu kaybeden bir işadamı ve sekreteri arabalarını terk etmek zorunda kalırlar ve uzun bir yürüyüşten sonra üşümüş ve ıslanmış durumdayken bir kulübe bulurlar. Kulübede bir yatak, bir uyku tulumu ve bir sürü battaniye bulunmaktadır...

Geceyi geçirmeye hazırlanırlar ve işadamı bir centilmen olarak, yatağı sekreterine verir...

-“Ben yerde uyku tulumunda uyurum” der.

Sekreter yatağa yatar, adam uyku tulumunun içine girerek fermuarı çeker. Bir süre sonra, tam da uyumak üzereyken sekreterinin sesini duyar;

-“Efendim, ben çok üşüyorum.”

Adam fermuarı açar, uyku tulumundan çıkar, bir battaniye alıp kadının üzerine örter, tekrar uyku tulumuna girer, yine tam uyumak üzereyken sekreterinin sesini duyar;

-“Efendim, ben hala çok üşüyorum.”

Adam yine fermuarı indirir, tulumdan çıkar, bir battaniye daha alıp kadının üstüne örter, uyku tulumuna girerek fermuarı çeker. Tam uykuya dalacağı sırada yine duyar;

-“Ben yine çoooook üşüyorum”

Adam yattığı yerden;

-“Bir fikrim var.” der,

-“Burası issiz bir yer. Neler olduğunu kimse göremez, istersen evliymişiz gibi davranabiliriz.”

Genç kadın kıkırdar;

-“Tamaaam, bana göre hava hoş.”

Adam yattığı yerden avazı çıktığı kadar bağırır;

-“Öyleyse kalk ve kahrolası battaniyeyi kendin al..!”

2 Ocak 2011 Pazar

Kepek Ekmeği

Temel 70 yaşında, kahvede oturuyor. Yanında da en yakın arkadaşı 75'lik İdris. Tavlanın en heyecanlı yerinde birisi koşa koşa kahveye geliyor :

- "Müjdemi isterim İdris dede, bir oğlun oldi" diyor.

Temel şaşkın, soruyor:

- "Uşağım, ha bu işin sırrı nedur?"

İdris:

- "Kepek ekmeği" deyip alelacele oğlunu görmek için evin yolunu tutuyor.

Temel de doğru fırına, kepek ekmeği için. Temel fırına giriyor, tezgâhtar kıza:

- "Hemen bana 30 tane kepek ekmeği" diyor.

Kız da:

- "Aman beyefendi, bu kadar ekmeği napacaksınız, yarına kaskatı olur" diyor.

Temel de:

- "Ula bu nasıl iştir, herkes biliy de bi ben bilmiymişim !!!


Not: Bu fıkrayı sevgili Abdi gönderdi...